Müzikonair En İlkel İnsan!.. | Müzikonair
Köşe Yazıları

En İlkel İnsan!..

Eline akıllı telefon alan kendini bir kariyer sahibi oldum sanıyor.

İnternet kullanıcısı olmak, bir sosyal medya hesabı açmış olmak bir kariyer sahibi olmaya yeter sanıyor. Bir anda “ünlü”, bir anda “trendsetter”, bir anda “otorite” oluyor, yaptıkları ettikleri, söyledikleri, düşündükleri herkesçe önemsenen, ciddiye alınan, takip hatta taklit edilen biri oluveriyor. Olduğunu sanıyor.

Yaşı yirmiyi geçmemişlerde bir yere kadar anlaşılabilir bir durum bu. İnternetsiz, akıllı telefonsuz, sosyal medyasız bir hayatın nasıl bir şey olduğunu hiç bilmediler çünkü. Gerçek iletişimin karşındakinin fotoğraflarına değil, gözlerine bakarak kurulabildiğinden ve de sürdürülebildiğinden bihaberler. Sosyal medyayı hayatın gerçeği, hatta tek gerçeği sanıyorlar, vesaire…

Tabii ki değil ama hadi öyle olduğunu varsayalım, peki insan olmanın, insanca yaşamanın, insan insana etkileşimin, bırakın dünya kurulduğundan bu yana kabul görmüş kurallarını, ahlâkı, dini bir yana, bu konularda hiçbir şey görmemiş, duymamış, öğrenmemiş olsa bile, içgüdüsel olarak çizdiği sınırları da mı olmaz bir insanın? Mesela hiç mi utanmaz? Hiç mi karşındakini üzmekten, kırmaktan çekinmez, hiç mi haddini bilmez, kendini tartmaz?

Müzisyenlerle konuştuğumda mutlaka soruyorum, “İnternette hakkında yazılanlar seni etkiliyor mu?” diye. Çoğu kuyruğu dik tutmaya çalışıyor ilk etapta, “Hiç takmıyorum” diyor. Ama sonra aslında canının ne kadar sıkıldığını anlatmaya başlıyor, bazen de “off the record” kalması kaydıyla. Görüyorum, herkesin bir derdi var bu konuda. İnternetteki, sosyal medyadaki adapsızlık ve hatta ahlaksızlık herkesin canını bir yerden yakıyor, motivasyonunu ve enerjisini bir şekilde düşürüyor.

Bu işin nerelere vardığının en belirgin örneklerinden biri Sertab Erener’in plajda paylaştığı fotoğrafa yapılan yorumlar oldu yakın zamanda. Filtresiz fotoğrafta Sertab’ın göğüs bölgesinde görünen kırışıklıklar hakkında fotoğrafın altına yazılan utanç verici yorumlardan bahsediyorum. Okurken ben utandım, evet.

50 yaşını geçmiş bir insanın vücudunda her şekilde deformasyon olur, doğanın kanunu bu. Ünlü olunca doğa size ayrıcalıklı davranmıyor. Hele ki çok genç yaşlarınızdan itibaren çok ciddi bir hastalıkla mücadele etmişseniz. Kaldı ki Sertab şu aralar onu ilk tanıdığımız o gencecik halinden bile daha genç, daha enerjik görünüyor bence. Üstelik şahane müzik yapıyor, çok iyi şarkı söylüyor (yine bence) ve şu anki güzelliğini kaşı gözü, saçı, makyajı değil, yaydığı o enerji ve yaptığı işin iyiliği perçinliyor. (Bu arada Sertab’la vakti zamanında röportaj da yaptık yüz yüze ama hâlâ tanışmıyoruz, bir yerde karşılaşınca selam verip hatır soran iki tanıdık ya da arkadaş değiliz. Böyle açıklamalar yapmayınca söylenenin ardında illa bir çıkar hesabı aranıyor çünkü.)

Sertab meselesi sadece bir örnek. Ünlü olsun olmasın, bir şekilde takip edilen herkes her an hakarete uğramak tehdidi ile karşı karşıya internette. (Bakın “eleştiri” demiyorum, “hakaret” diyorum.) Çünkü o takip edenler arasında mutlaka kerameti kendinden menkul bir “designer”, bir “stylist”, bir “makyaj uzmanı”, bir “fotoğraf sanatçısı”, bir “müzik mentoru”, bir “akademisyen”, bir “bilim insanı”, bir “şair”, bir “yazar”, bir “dilbilgisi uzmanı”, bir “eleştirmen” var. Çünkü her biri ayrı bir kariyer konusu bu “titr”lere sahip olmak artık bir akıllı telefon, bir internet bağlantısı, bir sosyal medya hesabı sahibi olmak kadar kolay.

Ne “akıllı telefon – akılsız insan” geyiğine bağlamak amacındayım lafı, ne de “Ahh internetsiz günler ne güzeldi”ye getirmek. Kaldı ki internet ve sosyal medyanın insan iletişimine getirdiği olumlu katkıyı internetli ve internetsiz zamanları yaşamış biri olarak yadsımam da enayilik olur. Ancak internet kullanımının bizi en ilkel insan haline, “id” seviyesine indirgemesini aklı başında herkes gibi tehlikeli ve korkutucu buluyorum. Bu yüzden de bu konuda kalemim değdikçe yazmak zorunda hissediyorum kendimi.

Eleştiri yazıları yazarken en temel ve hiç değişmeyen sınırım “karşı karşıya geldiğinde yüzüne söyleyemeyeceğin şeyleri yazma”dır. Bu sınırı koymak için yazar olmak şart değil. Çok akıllı, çok zeki, çok duyarlı olmak da şart değil. Herkese tavsiye ederim. İşe buradan başlayın. Adap ve üslup arkasından kendiliğinden gelir nasılsa.

Yavuz Hakan Tok | MüzikOnair

Daha Fazla Göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu