Müzikonair Günseli Deniz Müzikonair’a Konuştu: “Gösteriş Budalalarını Önemli Bulmuyorum” | Müzikonair
MüzikMüzik HaberÖzel

Günseli Deniz Müzikonair’a Konuştu: “Gösteriş Budalalarını Önemli Bulmuyorum”

Uzun süredir müzik gündeminde yer almayan ünlü şarkıcı Günseli Deniz, Müzikonair’dan Ali İhsan Tekin’e konuştu. Çıkaracağı İngilizce albümle ve hayata bakış açısıyla ilgili önemli açıklamalarda bulunan Deniz, ilerleyen günlerde müzik dünyasında adından daha sık söz ettireceğe benziyor.

8 sene… Dile kolay gerçekten.. Bir sanatçı için gerçekten uzun bir süre… Bu sürede neler oldu?

Dışarıdan çok uzun süre gibi görünüyor aslında ama belki ben müziğe ara vermediğim için ve hep stüdyoda çalışmaya ve üretmeye devam ettiğim için ara vermişim gibi hissetmedim. Zaten iki albüm arası çoğu müzisyen 3-4 sene hatta bazen daha fazla ara veriyor genelde ama benim ortalarda görünmememin bu kadar göze batıp da istisnasız her televizyon programında veya radyo konukluklarında ‘nerelerdeydin, neden yoktun?’ diye sürekli sorulması hoşuma da gidiyor aslında. Özlenmişim ve unutulmamışım diye seviniyorum.
Bu yıllarda neler yaptığıma gelirsek, aslında klibine kadar çekilmiş her şeyiyle hazır ama tamamen müzik dışında ailesel ve özel sebeplerden çıkartmayı ertelediğim kocaman bir İngilizce albümüm var. Menajerinden klip yönetmenine, şarkı aranjörlerinden stilistine kadar tamamen yurt dışından yabancı ve çok kıymetli isimlerle çalışılarak hazırlanmış koca bir albüm. Bahsettiğim özel durumlar geçene kadar ve kafamdaki zaman gelene kadar bekledim, bu süreçte ürettiğimiz şarkıları görücüye şimdi çıkarıyor oldum, hepsi bu. Yani hiçbir yere gitmedim, yine sektördeydim, yine çalışıyordum. Çok sık yurt dışına gidip geldim, biraz orada biraz buradaydım. Bu aranın en güzel tarafı havuzda şarkıların birikmesi oldu. Şimdi hem o İngilizce albüm şarkılarını hem de Türkçe şarkılarımızı tekli olarak dinleyici ile buluşturacağız sıralarını bekliyorlar. Hız açısından işimiz kolaylaştı diyebiliriz, işin yarısını tamamlamış olduk zaten.

Tutku… deyince aklına gelen 2 şey nedir?
Bu çok güzel bir soru. Tutku bence hayatı yaşamaya değer kılan şey. Ne olduğu hiç önemli değil, yeter ki bir şeylere tutkuyla bağlı olun, tutkuyla yaptığınız bir şey ya da tutkuyla sevdiğiniz birileri varsa hayatınızın manası vardır. Benim için tutku denince aklıma gelen birçok şey var; öncelikle ailem, sevdiklerim, dostlarım. Tutkuyla seviyorum sevdiklerimi, büyük büyük seviyorum. Aile kavramına hayatında standart bir insana göre çok daha fazla yer ve kıymet veren biriyim, ikinci sırada ise müzik var. Tutkunun bir sonraki tanımı o, zaten kendimi hatırladığım ilk anlardan itibaren hep yaptığım şey.
Müziğe başladığım belli bir yaş yok mesela bebeklikte konuşmaya başlamadan önce bilindik Barış Manço şarkılarını söylediğim ses kayıtlarım var, mesela yaş 2, henüz dilim tam açılmamış o yüzden sözcükler yok ama melodi var ve doğru okuyorum o melodiyi. Bunları dinleyince diyorum ki benim varoluş sebebim de bu işte. Kimse örnek olmadı, kimse yönlendirmedi ki! Ailede profesyonel müzisyen bile yoktu, öyle doğdum ben ve o aşkım da hiç geçmedi.

Eğitim hayatınızı inceledim.. Hafife alınmayacak bir süreciniz var. İletişim… alanında eğitim aldınız. Eğitim almış birisinden bu kelimenin tanımını dinlemek güzel olabilir…
İnternette ve basındaki bilgilerde eğitim geçmişime sıkça yer verildiği için mutlu oldum çünkü bu artık eğitime kıymet veriliyor demek. Umarım artık müzik, oyunculuk, yönetmenlik gibi gençler istedikleri iş ne olursa olsun ile halkın karşısına çıkmadan önce alt yapılarını doldurmaya uğraşırlar. En büyük eksik bu gibi geliyor bana. Ben hala ders alıyorum, yeni enstrümana başlıyorum, hayatım boyunca şan dersi almış olmama rağmen şan derslerine devam ediyorum, şimdi aranje öğrenmeye çalışıyorum, bu yol hiç bitmeyecek.
İletişim müzik dışında en çok ilgi duyduğum alan çünkü hayatın ta kendisi. Annenle, babanla, arkadaşınla, sevgilinle, patronunla çocuğunla, ekmeğini aldığın marketteki amca ile her gün yaptığın şey iletişim zaten. Kendi kişisel markanı yönetiyorsun, itibar yönetimi yapıyorsun, hayatın bütün çarkları “ALGI” üzerine dönüyor. Ekonomi algıdır, politika algıdır, siz hangi sektörü söylerseniz söyleyin, onun çekirdeği algıdır, algı da iletişimle yönetilir. Globalde de yerelde de bizim doğru bildiğimiz her şey, aslında doğru olduğunu düşündürüldüğümüzü farkında bile olmadığımız şeyler. Halkla ilişkiler üzerine birkaç tane film izlerseniz siz de bir balonun içinde yaşatılıp düşüncelerinizin yönetildiğini anlarsınız. İşte PR bu kadar büyük bir güç ve hayatın ta kendisi. İşinde en iyi ol, tüm zamanların en iyisi ol hatta ama iletişimini iyi yönetemiyorsan boş. İşte bu beni büyülüyor ve bir parçası olmak istiyorum. O yüzden müzik ile iletişimi birleştireceğim bir proje benim hayatımın top noktası olacak. O gün ‘şimdi oldu bütün hünerimi gösterdim’ diyeceğim.
Oraya doğru yoldayım. Üniversitenin ilk gününün ilk dersinde çok kıymet verdiğim bir hocam söyle demişti;
”İleride iletişimci olacaksanız önümüzdeki 4 sene ve kalan hayatınızda asla unutmamanız gereken cümle; ‘her söylediğin doğru olsun, her doğruyu söyleme’ bu benim iletişim anlamında mesleki olarak pusulam oldu. Her şeyi bu cümlenin parantezine aldım.

Yeni şarkınız oldukça ilgi görüyor… Kol Kanat… Sözler Gökhan Şahin.. Müzik İrfan Özata’ya ait… Şarkınızı tarif eder misiniz?
Kol Kanat müzikalitesi yüksek ve naif bir şarkı olduğu için ve sırada daha birçok şarkı olduğu için, Günseli Deniz yine kaliteli bir şarkıyla döndü dedirtmesi yeter, asıl bombaları sonra patlatacağız diye düşünürken, bunun çok çok üstünde ilgi görmemize sebep olup ters köşe yaptı. Ne mutlu bana. Sözler Gökhan Şahin’e ait, çok vurucu ve seviyeli bir aşk anlatımıydı, beni buradan vurdu. Müzik İrfan Özata’ya ait, müzisyenliğine hep çok saygı duyduğum biri ve sözlere uygun şekilde o da o asaleti melodide yakalamıştı. Bu etkenlerden dolayı yıllar sonra o kadar birikmiş şarkı arasından çıkış şarkım olmak Kol Kanat’a kısmet oldu çünkü benim naif açılış fikrime uyuyordu. Artık sıradakileri görücüye çıkarmanın vakti yaklaşıyor, heyecanla hazırlık yapıyoruz. Çok sürprizim var, şimdilik söylememem gerekiyor o yüzden röportajlarda bu konuda dilimi tutmakta zorlanıyorum :)

Sevgisiz büyümek… Günümüzde çok sık gördüğümüz bir tablo bu.. Sevgisiz büyüdüğünü düşün. Kendin için atacağın ilk adım ne olurdu?
Günümüzde sevgisiz büyüyen çocuklar olması şaşırtıcı değil, şu anda toplumda ters giden birçok şeyin sebebi çocukluğunu yetersiz sevgiyle geçiren bugünün yetişkinleri, dünün çocukları. Bugünün çocuklarını yetiştiren de kendileri yeterli ilgiyi alamamış hala da alamayan ruhu aç yetişkinler. Sonra gelsin ilgiyi dışarıda arayan babalar, mutsuz anneler, günlük hayatta, sokakta negatif bir bulut altında yaşıyoruz hissi, gülmeyen yüzler, agresif bir toplum. Yani bu bir kısır döngü, bir yerde kırılması gerekiyor. Ne bekliyoruz ki zaten? Kendisini sevmeyen, kendisiyle mutsuz insan çocuğu dahil kimseyi gerçek manada mutlu edemez, başka kimsenin de mutluluğunu istemez. Sonunda da ortaya sevgisiz, kıskanç, karamsar bir toplum çıkar, bizde de olan bu. Psikolojiye özel ilgim var, hayatım boyunca romandan hikayeden çok psikoloji kitapları okudum. Hep derim ki, “Keşke her birey insan psikolojisinin ne kadar her şeyin başı olduğunu, sevginin eksikliğinde domino taşı gibi hayatın her alanının nasıl tek tek kötü yönde etkilendiğini anlayacak farkındalığa erişeceği eğitimler almak zorunda olsa.’’ İnanın toplumdaki birçok problem beni sevin çığlığı attığını farkında bile olmayan zihinlerden çıkıyor. Sadece adam öldüren, hayvanlara işkence eden suçlulardan bahsetmiyorum. Aile içindeki, okuldaki, bakkaldaki, metrodaki, trafikteki, kısaca hayatın her alanındaki bireysel veya toplumsal her problemin kaynağında sevgiden yana tatmin olmamış ruhların yattığını şiddetle iddia ediyorum.

Dünyanın en basit yemeği sizce nedir, tarif eder misiniz?
Hiçbir şey bilmiyorsan bile yağı erit, domatesi, soğanı, iki çeşit sebzeyi baharatı tencereye at, kavur, adı ‘türlü’ olsun. Ben hiç yemek yapmayı beceremem diyen insanlara o yüzden çok şaşırıyorum, tamam belki Martha Steward olmak zorunda değilsin ama iki yumurta kırıp kendini doyuramayacak kadar prenses de olmamalısın. Zaten o prenseslik değil, biraz aptallık ya da şımarıklık.

Oyunculuk ve sinema… Bu iki kavram son dönemde anlam değişikliğine uğradı.. İnsanlar beyaz perdeyi; gösteriş, şatafat ve ödül töreninden ibaret sanıyor. Sizce neden?
İzninizle bu soruya Dostoyevski’den alıntıyla cevap vereceğim, zaten ne düşündüğüm bu paragrafın içinde gizli. Anlayabilenler fazlasıyla anlayacaktır.
“Bu devir, sıradan insanın en parlak zamanı, duygusuzluğun, bilgisizliğin, tembelliğin, yeteneksizliğin, hazıra konmak isteyen bir kuşağın devridir. Kimse bir şeyin üzerinde durup düşünmüyor. Kendisine bir ülkü edinen çok az. Umutlu birisi çıkıp iki ağaç dikse herkes gülüyor. Yahu bu ağaç büyüyünceye kadar yaşayacak mısın sen? Öte yanda iyilik isteyenler, insanlığın bin yıl sonraki geleceğini kendilerine dert ediniyorlar. İnsanları birbirine bağlayan ülke tümden yitti, kayıplara karıştı. Herkes yarın sabah çekip gidecekleri bir handaymış gibi yaşıyor, herkes kapabildiği kadar kapsın, geride kalanlar isterse açlıktan soğuktan ölsün, vız geliyor.”
Sanat denen şey bilinenin aksine çok daha büyük bir yetenek, büyük emek, çokça fedakarlık ve dışarıdan göründüğünden çok daha fazla çalışmayı gerektiriyor.
Ne müzik sektorü için ne de sinema oyunculuk sektörü için gösteriş budalalarını önemli bulmuyorum. Her şey kendi alanında bir dengede seyrediyor, biz ne kadar müdahale edersek edelim o eninde sonunda dengeyi tekrar kuracaktır.
Doğanın insan müdahalesine doğal afetlerle cevap verip ipleri yeniden eline alması misali.
Muhteşem bir düzen var,rahat olun.

Herkesleşmek” diye bir kavram var… ben bu kavramı seviyorum. Toplumun bir parçası olduğumu bana hatırlatıyor. Yeni nesil oldukça müsrif, hiçbir şeyi kolay kolay beğenmiyor. İyileştirme çalışması olarak ne yapılabilir?
Hiçbir şeyi kolay kolay beğenmeyen yeni nesil zaten yeni nesil olmalarından ötürü, yani henüz hayat tecrübesi olmayan gençler oldukları için bu ruh halindeler. Onlara hiçbir şey yapmaya gerek yok, hayat zaten en güzel öğretmendir. Yıllar, tecrübeler, acılar, kayıplar, yani kısaca yaşam onları zaten törpüleyecektir. Kimisi gençlikte bile daha farkındadır, kimisini hayat burnunu sürterek olgunlaştırır ama herkes illaki o ilk şımarıklıktan, dünyanın kendilerinin etrafında döndüğü sanrısından bir gün kurtulur. Bu illa ki olur sadece ne derece acılı olacağı bireye bağlı.

Şarkınızda dikkatimi çeken kelimeler var… “Canın Sağolsun..” Çok içli okumuşsunuz. Bu kadar içli okumanızın hayatınızdaki olumsuzluklarla bir ilgisi var mı?
Bu güzel soru için teşekkür ederim. Okumaya girmeden önce Gökhan Abi’mi aradım. ‘Abi sözleri yazan sensin, bu şarkı senin, ben bu şarkıda sevmiş, acı çekmiş, ama sevgisine saygıdan ve sevgisinin büyüklüğünden ötürü çektiği acıyı ve göz yaşını karşı tarafa helal etmiş, sen yine de iyi ol, kötü olmanı istemem, canın sağ olsun diyen kinlenmeden kirlenmeden acı çeken bir kız duyuyorum o yüzden naif söyleyeceğim, forte söylemeyeceğim, sence de doğru mu hissediyorum sonuçta bu kelimeler senden dökülen kelimeler’ dedim.
Sesi dalgalandı. ‘Bugüne kadar sayısız şarkı verdim, ilk kez bir solist okuma öncesi doğru mu hissettim, şu his ile okuyacağım diye bana soruyor, teşekkür ediyorum saygından ötürü, tamamen doğru hissetmişsin’ dedi.
Ondan onayımı aldım, öyle okudum. Meğer böyle bir hikayesi varmış zaten şarkının onun hayatında. Zaten belliydi, sırf hayal gücüyle bu kadar içten sözler yazılamazdı. O kız ‘canın sağ olsun’u tam da o şekilde söylemeliydi. Naif, kızmadan, helal ederek, ama ağlamaklı.

Bir müzisyene bu soru sorulmaz. Dediğin bir soru var mı? Varsa neden sorulmaz?
Bir müzisyene ilhamı nereden alıyorsun diye sorulmaz. Soruluyor gerçi, ayıp da değil tabii ki. Sadece bilinemez, onlar da bilmiyor diyorum. Onun açıklaması yok. Deniz Erten bana bir gün “Şarkılarımı bana Allah yazdırıyor, ben sadece aracıyım” dedi mesela, o ona inanıyor. Kimisi gözlem yapıyorum diyor, kimisi empati kurup yazıyorum diyor, kimisi sırf kendi yaşadıklarımı yazıyorum diyor. Bir Sezen Aksu’nun senin dibine kadar hissedip de dile getir deseler 40 yıl aklına gelmeyecek laflarla seni sana senden iyi anlattığı şarkıları nasıl yazdığını sorabilir misin? Bunun teknik bir açıklaması yok. O onun alamet-i farikası ve o kadın bir daha gelmeyecek. Yıldız Tilbe de gelmeyecek, Timur Selçuk’ta gelmeyecek, Sabahattin Ali’de… Hepsi kendine has, muhteşem yaratıcılıkta insanlar. Herkesin yaşadığını yaşıyorlar sadece muhteşem şekilde dillendiriyor ve/veya notaya döküyorlar. Ben bu tarif edilemez durumun hayranıyım, nasıl yapıyorsunuz diye sormazdım.
Eminim onlar da bilmiyorlar ama yapabiliyorlar. Büyülü değil mi?

Ali İhsan TEKİN | Müzikonair

Daha Fazla Göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu