Site icon Müzikonair

Serkan Çağrı: İyi Klarnet Çalıyorlar ama Kendi Dilleri Yok

Önümüzdeki ay sanat yönetmeni olarak altıncısını düzenleyeceği Uluslararası Klarnet Festivali öncesi, klarnetin büyük ustası Serkan Çağrı verdiği röportajda 40 yaş olgunluğunu, rahmetli babası Fevzi Bey’i ve müziğin hayatla kesiştiği noktaları anlattı…

Hüzünlü üflüyor klarnetini Serkan Çağrı. Bu gerçek… Ama dinleyeni içine çektiği melankolik bir müzikal koridorda, ‘çıkış’ levhalarının da yerini gösteren bir hüzün bu. Her ne kadar işini ruhuyla yapan pek çok müzisyen gibi yer yer dinleyicisini hüznün kör kuyularına atsa da, merdivensiz bırakmıyor… Gösterişten ve abartıdan itinayla kaçınarak, edepli bir varoluş neşesiyle kamufle ediyor derdini. Bir neşe ipi sarkıtıyor aşağılara, müziğiyle… Sizi klarnetiyle düşürdüğü dertten, kederden yine kendisi kaldırıyor… Bütün bunları süslü dursun, yazıyı zengin göstersin diye yazdığımız sanılmasın. Önümüzdeki ay, sanat yönetmeni olarak altıncısını düzenleyeceği Uluslararası Klarnet Festivali’ni vesile ederek bir araya geldiğimiz Türkiye’nin usta klarnetçilerinden Serkan Çağrı’nın enstrümanına üflediğiyle, yaşadığı hayat farklı değil… Konuştukça, konuşup açıldıkça görüyoruz ki; gösterişten imtina eden, neşesini hüznüne, hüznünü neşesine sırlayan, inişlerini- çıkışlarını kendine saklayan bir ruh karşımızdaki… “Ben klarnetimle bir dil kuruyorum, bu benim günlük hayatta kullandığım dilden farklı değil. Kendimi üflüyorum klarnetime” diyor mesela… Kalın kalın çizelim altını söyleşiye başlamadan…

– 8-17 Eylül arası, sanat yönetmenliğini üstlendiğiniz Uluslararası Klarnet Festivali’nin altıncısını düzenliyorsunuz? Nasıl çakmıştı bu fikrin kıvılcımı?

– 10 sene önceki hayalimdi bu festival. Klarnet furyasının ateşlendiği bir dönemdi. Klarnetle ilgili çok şey yapılıyormuş gibi görünse de kalıcı olan bir şey yoktu. Vaktiyle Şükrü Tunar vardı, sonra Kandıralı geldi. Her dönem bir rüzgar esti. Bizim kuşaktan Hüsnü Şenlendirici, ben bir şeyler yapmaya başladık. Herkes heves etmeye başladı klarnete ama Van’daki adama nasıl öğreteceksin! İlk olarak Sol Klarnet Metodu’nu yazdım. Sonra baktık ki Amerika’da, Avrupa’da pek çok sayıda klarnet festivali var. Herkes kendi ülkesinden sanatçısını gönderiyor. Türkiye’de bu kadar yetenekli insan var biz neden yapmıyoruz dedik. Dönemin kültür bakanı Ertuğrul Günay’la görüştük. İlk olarak 2012’de Edirne’de gerçekleştirdik. Sonra bu fikri İstanbul’a taşımaya karar verdik. Aslında, klarnet bir sembol. Bu bir müzik festivali. Bu festivali yurt içinde yurt dışında, her yere taşıyabiliriz.

– Bu yıl neler olacak festivalde?

– Bu sene yine her festivalde yaptığımız etkinlikler var. Büyük konserler dışında İstanbul’un çeşitli meydanlarında genç müzisyenler çalacak. Ustaya Saygı Gecesi’nde bu yıl Müslüm Gürses var. Daha önce Aşık Veysel, Barış Manço ve Kayahan yapmıştık. Bütün dünyadan farklı müzisyenlerin buluştuğu Dünya Nefesleri diye bir gece olacak. Goran Bregovic konseri de var. Benim de Cezayirli sanatçı Souad Massi’yle bir konserim olacak. Program epey renkli ve geniş.

MÜSLÜM GÜRSES’İN ÜÇ DÖNEMİ VAR

– Müslüm Gürses de sizin gibi, dokunduğu her şarkıya, kendi mührünü vuran, onu kendisinin kılabilen bir isimdi…

– Ben Müslüm Gürses’in hayatını dönemlere ayırıyorum. Gerçekten başından beri ‘Müslümcü’ olan, vaktiyle hakir görülmüş bir kitle var. Onların dönemi var. O kitle onun her zaman arkasındaydı. Bir de halk müziği dönemi var. Halk müziğinden geldiği için, çok iyi icra ediyordu. Bir de son dönemi var, asıl şöhrete eriştiği. Popüler kültürle yaşayan beyaz yakalıların bile ‘Müslümcü’ olduğu bir dönem. O da pop, rock ‘cover’ları yaptığı dönem. Müslüm Gürses son döneminde şunu da gösterdi bu kitleye; “Bakın ben bir lezzete sahibim, neye dokunsam o beni yansıtır.”

– Sizin Müslüm Gürses favorileriniz hangileri?

– Arabesk dönemini daha fazla seviyorum. İsyanım Var, Ölüyorum Kederimden, Esrarlı Gözler, Yıkıla Yıkıla, Kalleş Dünya… Dört, beş şarkısı vardır telefonumda kayıtlı, onları dinlerim sürekli. Bodrum’dan havalimanına giderken açtım bir gün, neredeyse Söke’ye kadar gidiyordum. (Gülüyor)

– İki yıl önce kaybettiğiniz rahmetli babanız Fevzi Bey bir nevi ilk klarnet hocanız olmuş…

– Öyle ama içindeyken bulunduğu durumu idrak edemiyor insan. Çocukken babamın çalışını çok tutmazdım. Daha çok başkalarını dinlerdim. Onun yaptığı şeylerin farkına varamazdım. Babam bana kendisi özellikle bir şey öğretmez bana bazı kasetler getirirdi, “Bak, bunu dinle” diye. Benim efsanem Gelibolulu Ramazan Sayan’dır. Altı yaşımdayken onu dinlerdim. O yaşta çocuk oyuncaklarıyla oynar… Babam, “Sen bu adamı şimdi tanıyorsun ama sen doğduğunda biz seni onun taksimleriyle uyuttuk” derdi. Hâlâ bir şey çaldığım zaman, “Neden yaptım şimdi bunu” derim, altından Ramazan Sayan çıkar. Öyle yer etmiş ki duyguma.

– O zaman babanızın klarnet dilini daha sonradan keşfettiniz ya da farkına vardınız… Size ne anlattı o ‘dil’?

– Aynen öyle oldu. Bir baktım babamın kendini anlatma dili başkaymış. Önceleri, cambazca çalan, gösteri yapan, hızlı çalan klarnetçileri takip ederdim. Sonra babamın sadeliğini keşfettim. O sadelik kolay iş değilmiş, o noktaya gelmek kolay değilmiş. Bana da çalışımda, sadelikle ilgili yorumlar gelir. Benim hayatımda da bu böyledir. Gösterişi hiç sevmedim, sevmem. Kendimi olduğumdan farklı gösterme çabam olmadı hiç… Bu sadelik bana babadan miras. Şimdi çalarken bazen bir anda, “Ah babam gibi yaptım” diyorum. Hani insan yaşlandıkça babasına benzer ya, bende müzikte de durum böyle… Dört kız kardeşim var, en büyük çocuk benim. Kız kardeşlerim beni dinlerken, “Babam yapıyordu bu nameyi diyorlar” bazen.

BABAM KİŞİYE ÖZEL KASETLER DOLDURURDU

– Babanızın kayıtları var mı elinizde?

– Birkaç kaydı var aslında. Amerikalı bir öğrencisi vardı bir de. Onun elinde de 7-8 şarkılık bir kayıt varmış. O da onları gönderdi babamı kaybettiğimizi duyduğunda. Bunlar arşivinizde dursun diye. Bir de vaktiyle Keşan’da özel kaset yapmak diye bir şey vardı. Kişinin şahsına kaset doldurulurdu. Köyün itibarlı, varlıklı kişileri isterdi bunu. Babam orkestrasını eve toplar, kimisi koltuklarda, kimisi yatakta kayıtlar yapılırdı normal bir teyple. Böyle epey kayıt var aslında ama kimlerdedir hatırlamıyorum. Ama beni en çok üzen de, hep vakit var diye babamla ortak bir çalışma yapmayı ertelemiş olmak. Gerçi kendisi de bunu pek istemezdi. “Sen bir alan yarattın, kendi kitleni yarattın. Benim o alana girmem doğru olmaz” derdi. Dedim ya, gösterişi sevmeyen, sadelikten yana bir insandı hep.

– Mustafa Kandıralı’yla yaptığımız bir görüşmede vaktiyle klarnet ustaları, sırlarını kolay kolay söylemezlerdi demişti. Hatta kendi üstadı Şükrü Tunar’ın sahnede elini sakladığını anlatmıştı…

– Bu pek çok müzisyende vardır. Bunun iyi tarafı, heyecan ve merakı arttırmasıdır aslında. Müzisyen bu sayede kendi dilini yaratır. Bugün bir bakıyorum müziği öğrenmek kolaylaştı. İki yıl klarnet eğitim almış bir müzisyen 40 yıldır çalıyormuş gibi çalıyor ama kendi dili yok. Başkası gibi çalıyor sürekli. Bazen radyoda bir klarnet duyuyorum, “Bunu ne zaman çalmıştım ben” diyorum…

– 40’ı devirdiniz, 41 oldunuz… “Kemal yaşı” size, ruh halinize nasıl yansıdı?

– Ben de bunun cevabını bulmaya çalıştığım bir süreç içerisindeyim. 10 yıl, hatta beş yıl önceki kafamda olan duygular, düşünceler bile yerini başka şeylere bıraktı. Uzaklaştı… Hayatta da, müzikte de daha da sade bir üslubu arar oldum. İki tane çocuğum var. Nefes ve Eser. Biri üç diğeri dokuz yaşında. Küçük olan müziğe meraklı, diğeri futbola. Sahne dışında, onlara da çalıyorum. Az notayla çok şey anlatmayı tercih ettiğim bir süreç, her anlamda… 10 yıl önce çaldıklarıma bazen tahammül edemiyorum. Ne gerek vardı ki bu kadar harekete diyorum.

– Çalışınızda kararında, dozunda bir hüzün var. Neşesini de içinde barındıran bir hüzün… 40 yaşınızın makamı nedir diye sorsam…

– Hüznü severim ama çok karanlık bir hüzün değil bu. Bir ucu açık bir hüzün. Mesela benden götüren, beni düşüren makamları sevmem. Ama hüzzamı sabaha kadar dinleyebilirim. Segah çok ağır gelir, çok uhrevidir. Yorar beni. “Segah öldürür, rast güldürür” derler. Rast enerji verir. Hüzzam, süründürmeyen bir hüzün barındırır içinde. Çıkış kapıları vardır her zaman.

“BALKAN MÜZİĞİNDE YARIN YOKTUR, AN VARDIR”

“Balkan müziğinin eğlenceli göründüğüne bakmayan. Babam Selanik, annem Bulgaristan göçmeni ailelerin çocukları. Her ne kadar arada sınır varmış gibi görünse de Trakya insanı müzikal olarak da kültürel olarak da Balkan ruhuna yakındır. Balkan müziği hüznünü neşeyle gizler. Genetik olarak hüzün vardır Balkan müziğinde. Toplumsal yaşantılar getirmiştir bunu. Ama neşeyle saklarlar bu hüznü. O neşe de, hayata tutunma neşesidir. Yarın yoktur. Şimdi vardır. An vardır. Güzel anlardan inşa edilir gelecek.”

ERDOĞAN’LA İLK TANIŞMA

“Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’la ilk olarak TRT’nin bir organizasyonunda tanıştım. O gece kemancı arkadaşım Canan Anderson’la küçük bir program yapmıştık. Canan’ın şeffaf bir elektro kemanı vardı. Cumhurbaşkanımız o dönem başbakandı. Bana ‘Senin niye şeffaf klarnetin yok?’ diye takılmıştı. Bu tanışmadan kısa bir süre sonra Kanal 24’te katıldığım bir programı reklam arasında arayıp güzel iltifatlarda bulundu sağ olsun. Kayseri’ye gidiyorlarmış, evden çıkacaklarmış. ‘Bir parça daha çalabilir misiniz’ dedi. Özel bir şarkı da istemedi. Biz ona Nazende Sevgilim’i çaldık. Basında, ‘Programı uzatın’ dediği yazıldı. Ama böyle bir şey talep de rica da etmedi Cumhurbaşkanımız. Herkes kendisinin daha çok sporla ilgili olduğunu düşünür ama müzisyenleri tek tek takip eden hatta arayan, hal hatır soran bir insandır.”

Kaynak: Günaydın

Exit mobile version