Hürriyet Gazetesi köşe yazarı Onur Baştürk gündemine Türk müziğinin güçlü sesi Sıla’yı ve Sıla’nın beş gece arka arkaya Harbiye Açıkhava sahnesinde verdiği konseri aldı.
“Harbiye Açıkhava sahnesinde konser vermek ve her konseri doldurmak kolay değil”diye yazan köşe yazarı Onur Baştürk, yazısına “Tarkan bu işin piriydi, şimdi Sıla onu yakın takipte” diye başladı.
İşte o köşe yazısı;
Kolay değil; beş gece arka arkaya Harbiye Açıkhava sahnesinde konser vermek ve her konseri doldurmak.
Tarkan bu işin piriydi, şimdi Sıla onu yakın takipte.
Ki bu başarıyı, sadece kendi ruhuna ve ona inanıp aynı yolda yürümeyi tercih etmiş bir avuç müzisyen arkadaşına yaslanarak oluşturdu Sıla.
Dinleyicisi de bu samimiyeti gördü ve onu hiç yalnız bırakmadı.
Yani Sıla’nın başka bir gücü yok.
“Cam” adlı şarkısında söylediği gibi:
“Herkes geçiyor aynı yollardan, tanıdığımız yok yukarlardan, inatla sarılacaksın sabredecek yaşayacaksın…”
Sıla’nın geçen yaz yaşadıkları malum.
Bir bir konserleri iptal edilmişti.
Ama şimdi sabretmesinin, azmetmesinin getirdiği bir ikinci baharı yaşıyor sanki.
Pazartesi gecesi Harbiye Açıkhava’da onu ilk kez izlerken aklıma önce bunlar düştü, sonra da aşağıdakiler.
Sırasıyla buyurunuz…Yadırgadığım şeyler
◊ Konserin konsepti Heybeden Şarkılar. Ve heybede çok fazla şarkı var, 36 adet.
Ama çoğu şarkı yarım, hatta çeyrek söyleniyor.
Bazı şarkıların bir-iki dizeyle söylenip bitmesini açıkçası yadırgadım.
“Şu şarkı sonuna kadar söylenip hakkı verilmeliydi” dedim.
Ama solist böyle tercih etmiş, konsept bu denilmiş, yapacak bir şey yok.
Lakin bu vaziyet -özellikle ilk yarıda- bünyede bir sersemlik yaratıyor.
Daldan dala şarkılara konulmasından dolayı…
◊ Konserin daha başlarında tüm ekibe teşekkür edilmesi pek alışık olduğumuz bir şey değil. Ekibe ayrıntılı bir şekilde teşekkür etmek elbette çok şık, ama bence bu sonlara doğru yapılmalıydı. Konser bu şekilde yavaşlamamalıydı.
◊ Menajer Serkan Güney’in kabare sunucusu kıvamında konser başı, ortası ve sonuna doğru sahneye çıkıp anons yapmasına gerek var mıydı?
Varsa bile anonslarına daha çok çalışmalı, espri gibi espri yapabilmeli Güney.
◊ Sıla’nın ilk yarı kıyafeti pamuk prensesle hediye paketi arasında gidip geliyordu. Neyse ki ikinci yarıda su gibi sade, vücuduna cuk oturan, sırt dekolteli siyah bir elbise geçirdi üzerine. Hediye paketini unutturdu.Sevdiğim şeyler
◊ Sıla’nın konuşmasının arasında bir ara seyirciye dönüp, “Rahatlayalım biraz, Canımız çıktı yaşamaktan” demesi. Bu cümle gerçekten güzel anlatıyor bu toprakların durumunu!
◊ Orkestra ve dev bir kabareyi anımsatan sahne düzeni dört dörtlüktü.
Söyleyecek söz yoktu. Viyolonsel ve kemanın ayrı ayrı solo yapması, ülkenin en iyi kadın vokalistleri Tuba Önal ve Sibel Gürsoy’un performansları ve dahası orkestranın kıyafetlerinin dahi birbiriyle uyum içinde olması gözden kaçmayan olumlu şeylerdi.
◊ Ve tabii Sıla’nın performansı, sahne hakimiyeti. En ufak bir yorgunluk belirtisi olmadan tak tak tak söyledi şarkılarını…Tanıdık gelen şeyler
* Sezen Aksu konserlerine gitmişler bilir. Bazı şeyler değişmez Aksu’nun konserlerinde.
Mesela Cihan Okan’ın “Gülümse” öncesi yaptığı vokal.
Ya da Aksu’nun zaman zaman sahne düzeninde kullandığı koltuk. O koltuğa oturup şarkı söylemesi. Olmadı, Fahir Atakoğlu’nun yanına gidip piyanonun başında şarkısını seslendirmesi…
Buna benzer Sezen geleneklerinin izleri vardı Sıla konserinde de…
Aynı koltuk, vokalistlerin şarkı öncesi performansları gibi.
* Konserin bütününde Sezen geleneklerinin izlerine rastlanıyorsa Sıla’nın vücut dili ve hal, tavırlarında ünlü Fransız şarkıcı Patricia Kaas’ın tadı vardı.
Tıpkı Kaas gibi şarkılarını söylerken teatral yüz ifadeleri kullanıyor Sıla.
Keskin bakışlar fırlatıyor ve vücut diliyle “uzak, ulaşılmaz, sert” bir hava çiziyor.
Konseri beraber izlediğimiz Gülay Afşar’ın tabiriyle, bir dönemin ünlü oyuncusu Ava Gardner’ın esintisi de var Sıla’nın üzerinde.
Kaynak: Hürriyet – Onur Baştürk