Sene doksanlar ilk özel radyoların kurulduğu ve radyoların televizyonları neredeyse geride bıraktığı yıllar demek doğru tespit olur diye düşünüyorum.
Yahu ne 90’larmış anlata anlata bitiremediniz diyen, yapay zeka çağının dahiyane çocukları… Sizi duyuyorum!
‘’Sizin de müzik listelerinizde en az bir tane doksanlardan bir şarkı olduğuna yemin edebilirim lakin kanıtlayamam’’.
Konumuza dönecek olursak 90’lar demiştik değil mi, o yıllarda radyolar kendi vizyonları ve hedef kitlesini belirleyip yola çıktı.
Arabesk, pop, caz, yabancı, türkü vs uzayıp gidiyor liste.
90’ların hiç mi eksiği yoktu?
Vardı!
Şimdi onu paylaşacağım sizlerle.
O yıllar her müzik türü için çok bereketli geçen yıllardı, arabesk, pop ve özgün müzik başta olmak üzere. Lakin o yıllarda bizlere aşılanan bir başka fikir olmuştu;
ARABESK, sizin arabesk bir kişilik olduğunuzu belirtir ve arkadaş topluluklarında o yılların yine bir başka akımı olan entelektüel çevreniz tarafından pek hoş karşılanmazdı.
Evet buna itiraz edecek birkaç kişi çıkar ama tam olarak böyleydi.
O yıllar da ülkemiz entelektüellik akımına kapılmıştı, pop ve özgün müzik dışında şarkılar dinlemek eleştiri sebebi olabiliyordu.
Arabesk mi…
Aa sen arabesk mi dinliyorsun?
Bunalımda mısın?
Neden?
Gerçekten, öyle miydi?
Bir günah gibi gizlenen arabesk şarkıları dinlemek, hayata küsmek mi demekti?
Pek değerli entelektüel çevremizden gizlediğimiz, dinliyorum demeye çekindiğimiz dertli gecelerimize eşlik eden şarkılar…
O yıllarda yurt dışında yaşamış bir gurbetçi olarak, Türkiye’ye döndüğümde insanların müzik konusunda kategorize edilmiş olması içten içe saçma bulduğum bir durum olmuştu. Nitekim çalışmaya başladığım ilk radyonun yayın akışında arabesk şarkılara yer verilmiyordu.
Garip olansa herkes her yeni çıkan arabesk şarkıları da en az diğer dinlediği şarkılar kadar ezbere biliyordu.
Son yıllarda değişen ve gelişen müzik anlayışı ile birlikte doksanlı yılların çocukları, sanki o yılların acısını çıkarırcasına sesli arabesk şarkılar söylemeye başladı .
Geçmiş yıllarda TRT tarafından yasaklı olan Müslüm Gürses’in 2016/ 2017 ölüm yıl dönümünde TRT Kent Radyo İzmir’de sunduğum programımda inisiyatif alarak bir şarkısını yayımladığımda içimde garip bir huzur duydum…
Peki ne oldu?
Büyüdük mü?
Hayata bakış açımız değişip müzik kavramını tam anlamıyla benimsemeye mi başladık?
Halimizi anlatan yüreğimize dokunan, eski masum yılların kokusunu taşıyan tozlu şarkılara mı kaçıyoruz yoksa, bu gürültülü hayattan yorulup?
Öğrendik mi?
Müzik denen kavramın nasıl da evrensel ve ruh işi olduğunu, Tarkan’dan Dön Bebeğim şarkısını dinlemekle, Müslüm Gürses’ten Kim Bilir Kimler Var Kalbinde şarkısının aynı kalplere dokunduğunu.
Ve yüreğimizin sesini kısmamayı, acımızı zehrimizi çekinmeden akıtmayı…
Rare Bird’den Sympathy dinleyen birinin aynı zamanda İbrahim Tatlıses’ten Çekmediğim Dertle Çile Kalmadı şarkısını dinleyebileceğini.
Müzik her yeni jenerasyonla birlikte gelişen, değişen, küresel bir ilaç takviyesi bir nevi.
Küresel aşı, insanları kategorize etmek yerine, şeffaf bir duygu çatısı altında birleştirici toparlayıcı.
Herkes içinden geldiği gibi söyleyip dinleyebilmeli ve istediğinde paylaşabilmeli.
Sosyal medya paylaşımlarında bazen rastlıyorum, modern giyimli bir kızın kulaklığında Cengiz Kurtoğlu dinlemesinin nasılda tezat bir durum olduğu vurgulanıyor. Ben keyif alıyorum bu görüntüden ve bravo diyorum…
Tam olarak böyle olmalı gençlik istediği her şeyi dinlemeli; içinde duyguyu yakaladığı dilini hiç anlamadığı etnik bir ağıt ya da Türkçe ’ye sonradan giriş yapmış, aslında Fransız kökenli bir kelime olan arabesk bir şarkıyı…
Fransız kökenli bir kelime olduğunu belirtince daha havalı oldu değil mi?
Hiçbir hal-in kalıcı olmadığı insan oğluna mahsus her duygu, dans etme isteği kadar ağlama isteği de gayet tabii ve anlaşılır şeyler.
Rahat bırakın zaman zaman içinizdeki arabesk sesler yükselsin …
Yeter ki umut, aşk, güzellik daim olsun şarkı bittiğinde.
Sağlık ve aşkla… Müzikle kalın… Yüreğinizin sesini açın…