Erol Büyükburç Röportajı

EROL BÜYÜKBURÇ, SON RÖPORTAJINI MÜZİKONAIR’A VERDİ!..

SENİ UNUTMAYACAĞIZ EROL ABİ!..

Türk pop müziğinin efsanevi ismi ,sıradışı tarzıyla ,yaptığı müziklerle tüm müzik severleri kendine hayran bırakan isim Erol Büyükburç müzik yolculuğunu Şimal’le yıldızlar geçidinde anlattı .

İŞTE O RÖPORTAJ!..

Merhabalar Erol Abi Öncelikle Muzikonair.Com Ailesi Olarak Bizleri Kırmayıp Bu Röportajı Bizimle Gerçekleştirdiğin İçin Sana Sonsuz Teşekkür Ederiz.

Ben teşekkür ederim güzel kızım

Başarılı Ve Aynı Zamanda Çok Sevilen Bir Sanatçısınız, Yazdığınız Sözler, Müzikler, Yaptığınız  Besteler, Takdire Şayan. Taş plak Albüm ile başladınız Peki, Bu Müzik Yolculuğunuzda Ki Serüveniniz Nasıl Başladı

İlk taş plağımı Odeon Plak’ta kendi kurmuş olduğum “Erol Büyükburç Vokal Grubu” ile doldurmuştum. Bu taş plaklarda ilk olarak İngilizce sözlü bestelerimi seslendirmiştim. Bu dört taş plağın bir tarafında dünyaca ünlü bir eseri öbür tarafında kendi İngilizce sözlü bestelerimi koymuştum. Bu eserleri 1958 de Odeon Plak Şirketi’nin Yeşilköy’deki tren istasyonuna yakın olan ses kayıt stüdyosunda doldurmuştuk. Her 15 dakikada bir geçen treni hesap ederek kayıtları tek mikrofonla bin bir zorlukla gerçekleştirmeye çalıştık. Bu taş plakları ilk olarak Ankara Radyosu yayınladı. Türk Pop Müziği’nin miladını oluşturan bu eserler ülkemizin yanı sıra  Avrupa, Asya ve Afrika’da da etki yarattı. En çok Little Lucy, Kiss Me, Lovers Wish tanındı. Bu olay etkili bir şöhretin başlangıcı oldu. Türk pop müziğinin oluşması için bir karar almıştım. Bu konuyu oluşturmak için kurduğum vokal grubu ve orkestramla sürekli çalışıyorduk. Bu arkadaşlarım İngilizce sözlü şarkılar konusunda bana tam destek verdiler. İspanyol gitar ve vokalde Cüret Işıközlü, kontrbas ve vokalde Nüceyim Fener, elektro  gitar ve vokalde Kadri Ünalan, bateride Aykan, piyanoda üstat Altan İlter, tenor saksafonda Mustafa Toroslu ve üstat Alaattin Dal vardı.

Müzik hayatınızın ilk zamanlarında yaptığınız 45’likler hep başka dillerde söylenmiş şarkılar. İlk Türkçe 45’liğiniz 65 yılında “Kayadan İndir Beni”  ve “Gel Kaçma” şarkılarına yapıyorsunuz. Bu 4 yıllık zamandan sonra gelen Türkçe kırkbeşlik nasıl bir ilgi uyandırdı?

Şahsen her zaman plan üzere hareket ettim. Sıra ikinci aşamaya gelmişti. Türkçe özgün bestelerdi bunlar. Özetle söz, ezgi, orkestrasyon, vokal ve solist konularını içerir. Her şeyiyle bizden olan bir yapıta yönelmekti asıl amacım. Hiçbir ülkeden alıntı yapmadan bir tür icat etmekti. Planım, halk türkülerimizin klasik Türk musikisinin dışında yeni  dünya gençliğinin sevebileceği başka bir boyutun arayışıydı. Bu işin aromasını oluşturabilecek en ince ayrıntılara ulaşmak isteyişimin tahminleri üzerine kurulmuş bir yörüngeydi bu. Tahminlerimin iyi olması konusunda çevremdeki bilgili arkadaşlarıma araştırmalarımı sürdürüyordum. 1960’ların başlarındaydık. “Gel Kaçma” adlı bir bestemle ve yanında “Kapı Önünde Durdum” “Kayadan İndir Beni” gibi iki halk türküsü, iki İngilizce sözlü Meksika şarkısıyla ilk 45’lik plağımı doldurdum. Böylelikle risk faktörümü azaltmış oldum. Dış kaynaklı şarkıları benden dinlemeye alışmış gençliğe, halk türkülerini halka, ayrıca “Gel Kaçma” bestemi bu buketin içinde sunmayı da uygun gördüm. 45’lik plak serüvenim  bu şekilde başlamış oldu. Sonuç çok başarılı olmuştu.

Anadolu müziğini batı müziğiyle harmanlayarak söyleyen birkaç sanatçımızdan birisiniz. Günümüzde bunu uygulayan sanatçı neredeyse yok. O zamanlar sizin yaptığınız bu Anadolu ve Avrupa karışımı müzik nasıl karşılanıyordu?

Türk popuna getirmek istediğim yeniliklerden biri de halk türkülerimizi aranje etmek isteyişim olmuştur. Bu aynı zamanda Anadolu rock’ın temelini oluşturmak gibi bir şeydi. İlk halk türküsü arajmanım “Çakır Eminem” , “Kara Tren”, “Kara Kaş Gözlerin Elmas” ve “Turnalar” olup, sonrasında 254 türküyü aranje ettim. Böylece Türk popunun gelişmesi ve genleşmesi için bu konuyu ilk ele alan bir sanatçı olarak Türk Popunun ilk öncü sanatçısı payesine ulaştım. Bu girişimim olağanüstü tanınmama ve Anadolu turnelerimin onlarca kere tekrarına neden olmuştur. Gittiğim Anadolu konserlerinde konser salonları olağanüstü dolup taşmıştır.

Türkiye’nin yurt dışında en çok konser vermiş olan sanatçılarından birisiniz. Gittiğiniz yerlerde sizi çok etkilemiş ve aynısını Türkiye’de ben de yapmalıyım dediğiniz bir şey oldu mu?

Pop müziğindeki en son aşamalarımdan biri de dış ülkelerdeki konserlerimdir. Balkanlardaki birinci, ikinci ve üçüncü Balkan Festivalleri’nin üçüne de milli orkestra ile milli solist olarak katıldım. Ülkemizin yenilikçi yüzünün tanıtımı açısından çok önemli girişimlerdi bunlar. London Palladium konserim İngiltere’de bu salonda konser veren ilk Türk olarak bana gurur veren bir olaydı. Hala bu rekorumu kimse kıramadı. Daha onlarca Hollanda, Almanya, Fransa gibi dış ülkelerde sayısını hatırlamadığım kadar konserler verdim. Bizim kuşağın bu hamleleri Türkiye’de gençliğin ve halkın uyanmasına neden olmuştur. Bütün dokunuşlarımızda gelişim ve değişim rüzgârları esmiştir. Avrupa’daki beğendiğim konuları ülkemin insanları hızlı bir şekilde aşmıştır. Mutluluğum sonsuzdur.

Müzikte etkin olduğunuz kadar sinemada da etkin oldunuz ve yanlış bilmiyorsam 28 tane de filminiz var. Peki Sinemaya nasıl başladınız?

Bir pop star için sinema önemli bir dönemeçtir. Pop müziğinin üç önemli işlevini tamamlamıştım.

– İngilizce sözlü besteler
– Türkçe sözlü özgün besteler
– Halk türkülerinin aranje edilmesi

Şimdi iş bu konuları Anadolu insanına derinlemesine sevdirmeye ve benimsetmeye kalmıştı. Bu evrede sinemanın devreye girmesi gerekiyordu. Tam bu konuyu kafama takmışken, bir gün Fatih’teki Mukavemet Sokak’taki evimin kapısı çalındı. Kapıyı açtığımda aktör, rejisör Orhan Elmas ile karşılaştım. Bana tam da istediğim gibi bir film teklifi getirmişti. Oturduk, konuştuk ve anlaştık. Birkaç gün içinde film setine, Villa Zarif’e çağrıldım ve filme başladık.

Sonrası üst üste gelen film teklifleriydi.  Sayın Hulki Saner, Oğuz Gözen ve daha birçok kişi ve firmayla 28 film çevirdim. Her filmimde en az 10 şarkım ün kazandı. Şöhretim büyüdü ve konserlerim, gazino programların doldu taştı.

Hem Aşkı Yaşıyorsunuz, Hem De Aşkı Yazıyorsunuz! Peki, Her Hikayeniz Sizin Yaşadıklarınızın Temsilcisi Mi? Yoksa Kurguya Dayanan Hikayelerde Var Mı Arasında? Hiç Olmadık Biri Sizi Arayıp Başına Gelenleri Anlattığında, ‘Hadi Otur Erol Bunu Yazabilirsin’ Diye Kağıdı, Kalemi Eline Almışlığınız Var Mı? Piyasada olan ve olmayan kaç besteniz var?

Bu eser çokluğu hiperaktif kişiliğimin üretkenliğidir. Bugüne kadar Türk Pop’unun zeminini güçlendirmek için yaptığım çalışmaların sonucudur;

Kişisel repertuarımı zenginleştirmek,  28 filmim için gerekli eserleri üretmek, Aydın Gün zamanında İstanbul Festivali’nde yeni Genar Tiyatrosunun 3 yıl peş peşe oynadığı 3 müzikal için gerekli 35 civarında müzikal şarkısının üretilmesi, ayrıca kukla tiyatrosuna gereken onlarca şarkı, Bemol Yayınlarının çıkardığı “Büyükburç Çocuk Şarkıları” kitabındaki 100’e yakın eserin kaset ve CD’leri, yazdığım 76 masalın onlarca şarkıları ve şimdi de hazırlamakta olduğum 15 yeni ekolün örnek şarkıları…

Bütün bunlar benim eser sayımı tetiklemiştir. Özetle, dünyaya gelme nedenimin hakkını vermek için çalışıyorum. Bugün için MESAM ’da 1000’i aşkın bestem var. Şu anda kaydını yaptıracağım 500’e yakın eserde hazır. MÜYOR ve MESAM ’a kaydını yaptıracağım.

Türk pop müziğinin mimarisiniz Herkesten çok farklı bir sanat yaşamınız vardı. Bunun sırrı neydi?

Öngörüleriniz ve sezgilerinizle yolunuzu çizmek çok önemli. Bütün dünyadaki kurguları, her türlü melaneti ve iyiliği o şekilde daha iyi sezebiliyorsunuz. Ben bütün işlerimi bu öngörü sistemi üstüne inşa ettim. Bu yüzden hep başım derde girdi. Arkadaşlarımın statükocu, durağan duruşlarının faylarını yerinden oynatan adam olmuşumdur hep. “Mecbur muyuz bu kadar Amerikan, İtalyan, Fransız şarkıları söylemeye? Kendimiz bizden bir şeyler yapamaz mıyız?” diye sorduğumda Şerif Yüzbaşıoğlu’na bana, ‘Onlardan iyi mi yapacaksın,’ diye karşılık vermişti. Hemen İngilizce sözlü şarkılar yaptım. Türk Pop Müziği’ni yaratan açılımların ilkiydi bu. Üç yerli elementi bir arada kullanmıştım: ezgi, yorumcu, orkestra. Sıra ikinci açılıma, yani dördüncü elementi de eklemeye gelmişti: Türkçe söz. Bunları hepsini önce gözümün önünde canlandırıyordum. Bilinçsiz, el yordamıyla bir gidişin ürünü değildiler.”

Feminen çizgiler içeren Sıradışı kostümlerinizle bir devrim yaratmıştınız… Bu imajı siz mi istemiştiniz yoksa sizi yönlendirenler olmuş muydu?

Tabi, tabi. Ama benim de bazı giysilerim feminen çizgiler içerdiğini gördüm. Bazı arkadaşlardan bu konuda uyarı da aldım. Senin erkeksi çizgilerini ihlal ediyor, sana göre değil, fazla frapan şeklinde. O uyarıları dikkate aldım tabi. Almasaydım belki hanımlar tarafından bu kadar sevilmeyebilirdim.

Yaşadığım dönemde siyah bir zemin vardı. Ben o siyah zeminde çok sıkıldım. Buna bir tepki olarak bütün renkleri kullanmayı ve özgürce kullanmayı öne çıkartmak istedim. Ve şaşırtıcı eylemime başladım. Arkadaşlarımın uyarısı olmuştur, “Erolcum bu kadar değişik, absürd şeylere girme, aklı başında sınırlarda kalmaya çalış.” Hiçbirine kulak asmadım. Aklıma esen her şeyi yaptım. Yirmi tane elbise yapıp İstanbul’dan önce Anadolu turnelerinde deniyordum, seyircinin reaksiyonuna göre hangi elbisenin tutacağını, ne zaman, nasıl, ne kadar kullanılacağını belirliyordum. Hiç unutmam uzaylı bir elbise yapmıştım. Fethiye’de bir konserde deneyeyim dedim. Halk dona kaldı, ağızlarını açmış garip garip bakıyorlardı ne oluyor diye. Böyle olduğunda mesela geri çekiyordum kostümü. Kullanmayacağım demek değildi bu tabi. Daha uygun bir zamanda ve ortamda giyilmek üzere diye not alıyordum. Giyilen kostümlerin toplumun ruhsal kabullenişini kazanmış, onayını almış olması gerekiyordu.

Her sezona en aşağı otuz kırk tane elbise yapıyordum. Aldığım parayı oraya veriyordum. Sırf insanların çeşitlilik anlayışını geliştirmek, sahneleri daha renklendirmek için yapıyordum bunu. Yalnızca sesleri değil, renkleri ve çizimleri de çoğaltarak polifonik anlayışı zenginleştirmek istiyordum. Çok da etkili oldu bu. Birçok modacının etkilendiğini düşünüyorum. Bunlar da modern Türkiye’nin adımları sayılırlar.

Sanatçı olarak notunuzu tahmin edebiliyoruz, ama baba olarak kendinize not verseniz… (Büyükburç bütün kızlarına aynı yakınlığı göstermediği konusunda eleştirilmiştir hep. Rahmetli Ajlan’la dargın oldukları, evlilik dışı bir kızına da gereken alakayı göstermediği bizim de magazinden okuyup öğrendiğimiz şeylerdi. Ajlan’ın kardeşi Jeyan’ın Uluç’un ilkokul arkadaşı olduğu ortaya çıkıyor bu arada. Uluç, Büyükburç’tan Jeyan’ın numarasını alıp röportaj çıkışında telefon ediyor. Uluç, “Babandan aldım telefonunu,” deyince, Jeyan, “Aa, benim telefonun var mıymış onda,” diyor.)

Dünyaya gelmiş en iyi babayım aslında. Ama benim ölçütlerim var. Babaya gereken yakınlığı, saygıyı, ahlakı gösterişteki kusurları affetmeyen bir babayım. Misyon sahibi insanları diğer insanlarla aynı kefeye koymamanız lazım. Misyon taşımak ağır bir yüktür, bu kişileri normal baba değerlerini kıstas alarak yargılayamazsınız. Misyonun ne olduğunu ancak yaşayan bilir. Şimdi bir Beethooven’ı, bir Mozart’ı babalık konusunda, yaşayışı konusunda yargılayamazsınız. Yaratıcı insanın yaratırken gözü hiçbir şey görmez. O derin bir boyuttadır. Ben sıradan adam değilim ve sıradan adam kriterleriyle değerlendirilmeyi kabul etmiyorum. Onun için beni yargılayanlar yanılırlar. Ben yine de elimden geldiğince insansı iklimimi hep yaşatan bir insanımdır. Ama genelde sanatçıları hep suçlamak, aşağılamak isterler. Çünkü onun normal insanları aşan yanlarını yok etmek, onu alt etmek istiyorlardır.

Günümüz müziğini nasıl buluyorsunuz?

Müzik şirketleri bu işin pazarını koklayarak bir şeyler üretmekten yanadır. Bu arada radyolar tematikleşmeye başladı. Böylece her dinleyicinin zevkine uygun müzik dinleme alanı oluştu. Ülkesel ezgiler dinleyenler gelişme tırmanışları gösteren yapıtlara yavaş yavaş alışıyorlar. Olay, geniş bir müzikal alanda yol alıyor. Kimi insan ‘ben alaturka dinlerim, nostaljik takılırım’ diyor,  kimi insan türkü dinlemekten yana. Gençlerin çoğu güncel poptan yana. Kimileri rock müzik ve grupların peşinde. Kimileri Flamenko dinliyor. Kimi  ‘caz’ diyor, caz topluluklarını takip ediyor. Neo klasikçiler ve klasikçiler ayrı bir koloni.

Bu arada güncel popumuz fabrikasyonlaştı. Kısır döngüye girdi diyebiliriz. Şahsi çabalarım 15 yeni ekolün temellerini atmaktan yana. Derince bir yol alış bu. Büyük bir devrimin rayına oturtulması anlamına geliyor. Allah’ın izniyle bu işin oluşacağına inanıyorum.

Sizce Şöhret olmak nasıl bir duygu ?

şöhret olmanın ruhsal bir süreç olduğunu düşünüyorum “İnsan yorulur bitkin hale düşer. Ancak, kızgınlık, kıskançlık, korku ve nefretten uzak kalırsanız şöhretini korur.” Bence böyle bir duygu

Biz Müzikonair.Com Ve Şimal’le Yıldızlar Geçidi Ailesi Olarak Çok Teşekkür Ederiz :) Kırmadın Bizi İnşallah Yine Farklı Bir Röportajda Görüşmek Üzere Çok İyisiniz Kalın Sağlıcakla..

Ben çok teşekkür ederim güzel kızım herşey gönlünce olsun .başarılarının devamını diliyorum herzaman

Röportaj : Şimal | MüzikOnair 

Erol Büyükburç vefatından önceki son röportajını MüzikOnair’a yaptı…

Exit mobile version