Gani Müjde: Hayatımda Dram Olsun İsteseydim, Komedi Yazmazdım

Yazar, karikatürist, senarist, yönetmen ve sunucu Gani Müjde; Sinemaport yazarlarından Alper Ergez’in sorularını yanıtladı.

Merhaba Gani Bey, Sinemaport’a hoş geldiniz. Öncelikle nasılsınız, gerçekten sizi çok özledik. İçinde bulunduğumuz pandemi süreciyle birlikte bundan sonrası için sizce tv sektöründe özellikle oyunculuk, sinema, dizi alanlarında ne gibi değişimler, farklılıklar görebiliriz? Mesela tamamen dijital yayıncılığa kayma olabilir mi? Neler söylemek istersiniz?

Pandemiyle birlikte hayat çok değişti. Televizyon zaten uzun süredir pandemiden bağımsız bir şekilde can çekişiyor. Yeni izleme alışkanlıkları yeni içerik alışkanlıkları henüz daha televizyona uğramadı ama aslında bu sokakta oldu bence veya başka mecralarda oldu. Özellikle dijital mecralarda, stream mecralarda artık insanlar başka içerikler, başka fikirler izlemeye başladılar. Bu mutlaka sektörü de etkileyecek. Sinema nasıl olacak, diziler nasıl olacak, henüz daha Türkiye adapte olmuş değil yeni duruma. Halen eski alışkanlıklarımızla devam ediyoruz ama bu eski alışkanlıklar bize çok pahalıya mal oluyor. O yüzden daha kısa daha vurucu daha farklı şeyler izleyeceğiz. Yani daha kısa derken mesela 4 saatlik diziler olmayacak belki bir süre sonra. Çünkü insanlar 20-30-40-50 dakikalık işlere alışacaklar. Netflix ve diğerleri dijital platformlar nedeniyle bu mutlaka önce televizyonu, belki daha sonra sinemayı da değiştirecek diye düşünüyorum.

Meslekte diğerlerinden ön plana çıkmak fark yaratmak için sizce nasıl bir donanıma sahip olunmalı?

Yani aslında her yiğidin farklı bir yoğurt yiyişi var ama fark yaratmak için farklı olmak gerekiyor öncelikle. O yüzden burada çok net bir reçetem yok. Hayat boyunca şunu düşündüm hep: “Ne yapılmamış olabilir” Ama tabii ki televizyon buna izin vermedi. Yıllardır televizyonun içerisindeyiz. Yaklaşık son 20 yılda çok fazla televizyonun içerisinde oldum. Televizyon bunun tam tersi fark istemiyor zaten. Benzerini istiyor, aynısını istiyor, yakınını istiyor.

Yani o kadar çok Kore dizisinin aynı anda neredeyse benzer içeriklerle yayınlanıyor olması zaten bunun bir göstergesi ama şimdi sinema hep farklı istedi bence. Ben de buna özellikle watif denen bir tarzla karşılık verdim. Yani “ya böyle olsaydı’’ onu çok seviyorum, çünkü böyle olsaydı filmlerini. Ama esas umudum tabii ki dijitalde. Dijitaller bir çok şeyi değiştirecek Türkiye’de. Dijital medya komediyi de, algıyı da, fikri de, dramı da değiştirecek. Dediğim gibi daha henüz emekleme aşamasında bunun sonuçlarını 4-5 yıl sonra göreceğiz. O yüzden de fark yaratmak için bir kere değişik olmak kimsenin yapamadığı şeylerin peşine düşmek lazım. Kimsenin ötmediği bağların bülbülü olmak lazım.

Bir projeyi ve oyuncularınızı seçerken nelere dikkat ediyorsunuz?

Şimdi tabii ki bu soruların cevaplarını aslında ayırmak lazım. Çünkü televizyona proje bulurken ne çok reyting alır diye bakarken, Netflix’te ne ilginç gelebilir bana ve bütün dünyaya ve sinemada ise hangisi gişe yapar diye bakıyoruz. Çünkü sonuçta ekonomik karşılığı olan işler yapıyoruz. O yüzden bir projeyi seçerken önce nerede yayınlanacağına bakıyorum sonra yayınlanacağı yere uygun bir reçeteyle oranın farklısı ya da o köyün delisi olmayı tercih ediyorum. Köyün delisi olmak bir projeyi seçerken bana bu olanağı veriyorsa çok seviyorum onu.

Yapılmamış, değinilmemiş bir konu, bizden bir konu beni çok cezbediyor .Oyuncuları seçerken de tabii ki bazen projeyi taşıyan oyuncu seçiyoruz bazen de bir projeyle oyuncuları ortaya çıkartıyoruz. Bu ikisini de hayatımda çok yaptım. Bazı projeleri oyuncular taşıdı, bazı projelerde de ben oyuncular yarattım ve keşfettim. Ama hep şunu derim ben: ‘’insanlar keşfetmeyi seviyorlar’’ Keske oyuncu seçerken bütün bildiklerinizi unutup sadece o rolü kimin iyi oynayacağına odaklansak.

Kim ünlü, kanal hangisini görmek ister, Netflix’e hangi oyuncu ile gidersek bu projeyi kabul eder gibi durumlardan arınıp bunu kim oynarsa çok iyi olur diye düşünmek gerekiyor. Oyuncuları böyle seçmek gerekiyor diye düşünüyorum.

Kendinize belirlediğiniz mesleki bir hedef var mı? Ne yaparsam bunu başardım diyebilirsiniz?

Aslında mesleki hedeflerimin çoğuna ben ulaştım zaten ama son bir hedefim var tabii ki uluslararası alanda bir şeyler ortaya koymak istiyorum. Özellikle bu dijital mecralar bize bu fırsatı veriyorlar. Oturup da kendi ülkemizde, kendi mayamızla, kendi yoğurdumuzla değişik bir şeyler yapıp bütün dünyaya seyrettirebilir miyiz derdindeyim. Bir şey de buldum galiba. Bu da sır olsun.

İki TV Dizisi Üzerine Çalışıyoruz

Türkiye’de mizaha yön veren isimlerdensiniz. Bugüne kadar Tükenmez Kalem Prodüksiyon ekibiyle birlikte Hayat Bilgisi, Pis 7’li, Ruhsar, Selena ve sinema projeniz olan Kahpe Bizans gibi yapımlarınız çok sevildi. Yayınlandıkları dönemlerde çok ilgi gördü. Peki şu dönem üzerinde çalıştığınız yeni projeleriniz yeni çalışmalarınız var mı?

Bir önceki soruda sır olsun dedik demek ki bu kesmedi. Ağzımdan laf alamazsınız. Mutlaka çalıştığım işler çok fazla var aynı anda 7-8 tane işle çalışıyoruz. O yüzden son dakikada çalıştığım bir şey var mı evet iki tane televizyon dizisi üzerine çalışıyoruz. 1 tane sinema filmi üzerine çalışıyoruz. 1 tane de uluslararası olabilecek bir proje üzerinde çalışıyoruz. Umuyorum bunların hepsi başarılı olur seyrettikten sonra da o bahsettiğim proje bu derim.

Köşe yazarlığından sonra tv programı yaptınız. Ardından kitap çıkardınız. Çok geniş bir kulvarınız var. Gerçekten sizi yürekten tebrik ediyorum. Başarılarınızın devamını diliyorum. En son NTV’de “Gündem Dışı” programıyla izlemiştik. Yine tv programı yapmayı da düşünüyor musunuz? Gerçekten özledik. Ayrıca kitaplarınızdan bahsedecek olursak “Peynir Gemisi, Ayaküstü, Aramızda Kalsın’’ gibi birçok kitabınız bulunmakta. Özellikle ‘’Peynir Gemisi’’ 22 baskı olarak çıkmıştı. Şimdilerde yeni kitap projeniz var mı?

Bir fikirle ortaya çıkmanın mecrası yok. O yüzden de çok fazla yerde görmeniz mümkün, çok fazla yerlerdeyim. Kitap da yazıyorum zaten yazar kökenli bir sinemacıyım aslında daha önce sinema okulundan mezun oldum ama uzun süre önce yazarlık yaparak ayakta kaldım. Sonra yönetmenliğe geçtim. Şimdi böyle olduğunda “Gündem Dışı” gibi işler benim ara dönemde yaptığım işler oldu. Mesela Gündem Dışı’nı Osmanlı Cumhuriyeti’ni çekmek için bırakmıştım. Bir sinema filmi yapacaksam biraz arınmaya çalışıyorum yaptığım işlerden. Kitap yazmayı evet özlüyorum, her sene bir kitap yazmalıyım diye düşünüyorum. Bir şeye mesela başladım çok da iyi gidiyordu ama durdum. Sonra belki yaza kadar onu bitirip çıkartmayı düşünüyorum. Kitabı, zaten yazarlığı çok seviyorum. Çünkü yazarlık benim için ilk koyduğum domino taşıdır.

Bir dönem her kanalda farklı formatta şarkı yarışmaları vardı. Pop Star, Türkstar, O Ses Türkiye, Benimle Söyle, Akademi Türkiye vardı. Oyunculuk üzerine yarışmalar neredeyse yok denecek kadar azdı. Sadece Türkiyenin Yıldızları ve Komedi Türkiye yarışmaları yapıldı. Komedi Türkiye programında siz de jüri üyeliği yapmıştınız. Piyasaya oyunculuk alanında yeni yüzler kazandıran bu tarz yarışmaları nasıl buluyorsunuz? Yapılmalı mı sizce?

Ben yarışmayı genel olarak sevmem. Çünkü soruda da var olan Komedi Türkiye, Türkiyenin Yıldızları gibi yarışmalarda jüri üyeliği yaptığımda gerçekten çok üzülüyordum oradaki insanların eleniyor olmasına. Çünkü çoğu hak etmiyordu elenmeyi ama format gereği birini eliyorsunuz. Ancak bu yarışmalardan tabii ki çok yetenekli insanlar çıktı. Benim mesela ilk gittiğim bir programda geçici jüri üyesi olmuştum oradan Beren Saat çıkmıştı mesela.

Daha sonra çok fazla iyi oyuncu bu yarışmalardan çıktı. O yüzden yarışmaların bence sürmesi lazım zaten. Hem televizyondaki eksik komedi içeriğini tamamlıyor, biliyorsunuz çok az komedi var hiç olmazsa komedi yarışmalarıyla belki bunu sağlamak mümkün. O yüzden ben bu yarışmaların devamının olmasını bu yarışmalardan daha çok olmasını istiyorum. Geç saatlerde televizyonlar boşa döneceklerine böyle yarışmalarla dönsün. Çünkü maliyetleri daha düşük bu yarışmaların, saat doldurabilirler diye düşünüyorum. İnsanlarında gülmeye ihtiyacı var ve yeni yıldızlara yeni yüzlere ihtiyacı var. O yüzden umarım yeni yarışmalarla yeni yüzler kazanmaya devam eder ülkemiz.

Biraz nostalji yapalım şöyle 86’lı-87’li yıllara gidelim. O yıllardaki tv dizilerini hatırlayabiliyor musunuz? Perihan Abla, Mahallenin Muhtarları gibi sıcacık aile dizileri vardı ve bu dizilerin tekrarları bile hala izleniyor. Şimdilerde tv kanallarında böyle sıcak aile dizileri yok. Bu tarz diziler yapmayı düşünüyor musunuz? Bu arada yine eğlence sektöründe de Bir Başka Gece vardı hatırlarsanız. Türker İnanaoğlu’nun imzasını taşıdığı, içerisinde güldürü bölümlerinin de yer aldığı, uzun yıllar süren bir eğlence formatıyla. Bu tarz eğlence formatları hakkında neler düşünüyorsınuz? Uzun yıllardır ekranlarda bu tarz formatlar yok siz neler düşünüyorsunuz, olmalı mı sizce?

Televizyonların eğlence formatı üzerine kurgulandığı yıllardı o yıllar yani 86-87li yıllar. İnsanlar yorgun bir günün ardından ekran karşısına geçip rahatlıyorlardı. Eğleniyorlardı. Ailece güzel bir vakit geçiriyorlardı. Sonra ne oldu bilmiyorum, hepimiz psikopata bağladık.

Yani dram dizileriyle dengemiz bozuldu. Şimdi de psikolog dizileriyle psikolojik sondaj yiyoruz. Yani ne kadar ihtiyacımız var emin değilim buna. Ekranda manyak görmek bu kadar mı sevindiriyor bizi? Ama bana kalırsa televizyon asli olan işlevinden uzaklaştıkça gerçek izleyicisinden de uzaklaşıyor. Hani tamam ‘’Kristoffer Noun’’ gibi bir film yaparsınız hani komedi olmasın derim veya dizi olur böyle bir şey meraklandırıcı. Bakıyorum itiş kakış bağırış, herkes birbirine bağırıyor, sesi çok çıkanın kazandığı böyle bir takım kadın dizileri yabancı formatlardan alınma, hayatta asla olmayacak entrikalar falan derken televizyonun biraz insicamı bozuldu.

O yüzden de yeni televizyonu çok beğenmiyorum ve seyretmiyorum çok fazla. Seçiyorum. Çünkü ben o dizileri niye seyredeyim ki yani ben hayatımda dram olsun istemiyorum. Dram olsun isteseydim. Komedi yazmazdım. Ben komedinin daha fazla olmasından yanayım. Komedinin hayatımızda da televizyonda da siyasette de futbolda da her yerde komedinin daha fazla olmasından yanayım. O yüzden şuandaki formatı, şuandaki televizyon yayıncılığını hiç beğenmiyorum. Doğruda bulmuyorum yani. Sosyal psikoloji anlamında da doğru değil. Hakikaten ülkeyi yöneten birisi olsam bu ağır dramları yasaklarım.

Zaten bunalımda olan insanları iyice bunalıma itiyorlar. Halbuki eğlenerek insanlar yatağa girse belki zamlar, yoksulluk, işsizlik, gelecek korkusu bu kadar etkilemeyecek insanları. Bütün gece birde endişelendiriyoruz onları. Adam girdiği zaman yatağa diyor ki “Allah’ım ben yarın ne yapacağım” yani sosyal dengeyi de bozan durumlar bunlar. O yüzden doğru değil. İnşallah tez zamanda eğlenceye döner dünya ve Türkiye.

Röportajımıza katılarak bize zaman ayırdığınız için teşekkür ederiz. Son olarak Sinemaport okuyucularına neler söylemek istersiniz?

Sinemaport okuyucularının zaten burayı takip ettiklerine göre birikimleri iyi şeyleri anlayacak durumdadır diye düşünüyorum. Umarım güzel şeyler seçerler. Sonuçta sektörü yönlendiren seyirci. Yani bu drama dizileri, ağır kadın dramaları seyredilmeseydi bu kadar çok yapılmıyor olacaktı. Dolayısıyla Sinemaport deyince sinema seyircisi geliyor aklıma. Seçici olmaları, seçtikleri şeyde ısrar etmeleri ve böylece yeni bir dünyanın kurulmasına seyircinin ön ayak olması gerekiyor. Umarım Sinemaport okuyucuları da mutlaka bu katkıyı sektöre yapacaklardır.

Gerek sinema sektörüne gerek dijital platformlara hatta gerekse televizyona olan talep bir süre sonra doğruyu getiriyor. Sinemaport olarak da onlara doğru rüzgara karşı koşmalarını, rüzgara karşı uçmaya çalışmalarını öneriyorum. Belki o zaman daha iyi şeyler seyredebiliriz. Filmlerimiz Oscarlara gider, oralardan ödüller alır, ona göre filmler yapılır diye düşünüyorum. Bu bir hayal ama inşallah gerçek olur.

Röportaj: Alper Ergez | Sinemaport

Kaynak
SinemaPort
Exit mobile version