Hayal Gücüme Sarılıp Çıktım

Hayatla ilgili, nasıl yaşadığınızla ilgili, yaşamda neleri kaçırdığınızda ilgili, ne kadar şanslı olduğunuzla ilgili ve önyargılarınızdan kurtulmanıza ilgili bir aydınlanma yaşamanız için 90 dakika boyunca kapkaranlık bir yerde vakit geçirmeniz gerektiğini söylesem şaşırırsınız değil mi?

Evet doğru söylüyorum. Yakın bir zamanda yaşadığım bir tecrübe tüm bu bahsettiğim şeylerle ilgili tüm dünyamı değiştirdi. Aslında hep konuştuğumuz, bildiğimiz, bildiğimizi sandığımız şeyler. Ama insan başına gelmedikçe gerçekten anlamıyor, çözemiyor, hissedemiyor.

Bahsettiğim karanlıkta aydınlanma tecrübesini yaşamak için bir sergiye gitmeniz yeterli. Asıl adı Karanlıkta Diyalog olan sergi 1988’de Almanya’da Prof. Dr. Andreas Heinecke tarafından hayata geçirildi. Bugüne kadar dünya üzerinde 130 kentte 7 milyondan fazla insana ulaşmış. İstanbul’da da Gayrettepe Metro İstasyonu Sergi Salonu’nda bu sergiye ulaşabilirsiniz.

Tamamen karanlıkta, görmenin mümkün olmadığı bir parkurda İstanbul’u dinleyerek, koklayarak, dokunarak hissediyorsunuz. En önemlisi bu deneyimi yaşarken bize yol gösteren rehberlerin hepsi de görme engelli. Parkura başlamadan önce karanlığa alışma alanında rehberimiz bizi benim dünyama hoş geldiniz diye karşıladı. Bunu duyunca içi sanırım herkesin biraz buruldu. Ama bu deneyimin sonunda herkesin hayatı aslında kimin daha çok görüp hissettiği konusunda ki düşüncelerinde büyük değişim olduğuna inanıyorum.

Görme engelli olmanın özellikle şehir hayatında ne kadar çok zorluğu olduğu 90 dakikalık aslında tamamen güvenli bir deneyimle bile rahatça anlaşılıyor. Kendinizi görme engelli bir insanın yerine koyduğunuz gerçek bir tecrübe. Şehrin, sokakların, kaldırımların, bir taşıta binerken basamakların kısacası her adımınızın zorluklarda dolu olduğu bir hayat. Tabi buna ne kadar duyarsız kaldığımız ve şehrin buna ne kadar hazırlıksız olduğu gibi acı gerçeklerle birebir karşılaştığım ve biraz da bu halimize utandığım bir tecrübe.

Daha birkaç dakika önce karanlığa adım atmış olmanın tedirginliğiyle rehberimiz eşliğinde elimizde bastonlarımız parkurda ilerlemeye başladık. İlk önce bir caddede karşıdan karşıya geçtik. Sonra bir parktan geçtik, sahilde dolaştık, bir markette uğradık, bir duvarın üzerinde bulunan harfleri ve rakamları dokunarak bulmaya çalıştık. Aynı yerde bize verilen kartların üzerine istediğimiz şeyleri yazdık ve bu kartları daha sonra ne kadar kötü yazdığımızı görüp eğlenmek için ve de hatıra olarak sakladık. Tüm bunları yaparken bu yerlerde bulunan çalılara, araçlara, marketteki sebze meyvelere dokunarak, kuş, insan, dalga, trafik seslerini dinleyerek nerde olduğumuzu hissettik. Vapura bindik, İstiklal Caddesi’ni tramvayla gezdik, sonra bir kafeden içeçek yiyecek birşeyler alıp burada biraz oturup sohbet ettik. Zaten bu sergi Karanlıkta Diyalog adını da buradan alıyor.

İnanılmaz bir deneyim gerçekten. Görüntülere odaklanıp aslında ne kadar çok şey kaçırdığımın ve göremediğimin farkına vardım. Normalde İstiklal Caddesi’nde dolaşırken duyduğum yoğun gürültünün insan konuşmaları, gülüşmeleri, müzik, kuş sesleri olduğunu duydum. Hepsi o kadar netti ki… Burada bize dinletilenlerin birebir gerçek ortam sesi olduğunu da belirtmek isterim.

Aslında kitap okumak gibiydi. Daha da güzeli kitabın içine girmişimde okumak yerine herşeyi yaşıyor gibiydim. Çünkü bu dünyada herşey sizin hayal gücünüzle şekilleniyor. Bu dünyada hiç bir kısıtlama yok. Parkta istediğin her çeşit her renkte çiçeklerin arasında dolaşabilirsin. Duyduğun kuş sesi istediğin görüntüde istediğin renkte bir kuştan geliyor olabilir. Gökyüzü pembe, deniz mor olabilir. Hatta kendiniz bile istediğiniz gibi görünüyor olabilirsiniz. Her an herşeyin istediğiniz gibi göründüğü bir dünya… Sadece biraz hayal gücü…

Tabi ki görebilmenin önemini yok sayacak değilim. Tüm bu tecrübeleri yaşarken görmenin ne kadar önemli olduğunu ve kaybetmeden hiçbir şeyin değerini gerçekten anlamadığımızı daha iyi anladım. Söylemek istediğim görselliğin ve önyargıların bizleri ne kadar körleştirdiği ve aslında ne kadar çok şeyi görmediğimiz, farketmediğimiz. Kendimi görsellikle kısıtlamadan dokunarak, duyarak, koklayarak ve hissederek görmenin yeni yollarını keşfettim. Hayatı gerçekten görebilmek için bakmanın tek başına yeterli olmadığını daha çok dinlemek, daha çok koklamak, daha çok dokunmak, daha çok hissetmek ve daha çok hayal etmek gerektiğinin farkına vardım.

Kısacası o karanlıktan dışarı adım atarken önyargılarımı kapıda bırakıp, hayal gücüme biraz daha sarılıp çıktım…

Sinem | MüzikOnair 

Exit mobile version