Kibariye: Yakında “Kiboş Menüsü” Çıkacak

Türkiye’nin en güçlü kadın seslerinden Kibariye; yeteneği ve hayat hikayesi kadar, doğallığıyla da hep adından söz ettirdi. Kibariye; 10 yaşında başlayan sahne hayatını, evliliğini ve açtığı döner restoranını anlattı…

Kendinizi güçlü bir kadın olarak mı görüyorsunuz?

İnanılmaz sabırlıyım, metinim, güçlüyüm. Allah’a şükürler olsun ki kendimi seviyorum, kendimle barışığım. Mükemmel değilim tabii, sinirlendiğim veya üzüldüğüm zamanlar da oluyor. O zamanlarda kendi kendime yardımcı oluyorum, kimse sırtımı sıvazlamıyor. Kendi kendime doping yapıyorum. Beni seven de vardır, sevmeyen de; herkes kendisi bilir.

Türk halkı sizi içinden biri, evlerinin kızı olarak görüyor. Bunu nasıl korudunuz yıllarca?

Bu o kadar güzel bir duygu ki; bunu anlatmam çok zor. İnsan kendisini methedemez, ederse ayıp eder. Allah ile kulları beni takdir ettiyse ve öyle göründüysem, ne mutlu bana… Gurur duyuyorum kendimle. İnsan para verse sevgi ve saygıyı satın alamaz. Ben hiçbir zaman şımarmadım, asla şöhreti kötüye kullanmadım. Evimde neysem, dışarıda da o oldum. Bunu yaparken de hiç zorlanmadım. Benim yapım bu; yıllardır beni tanıyanlar iyi bilir. Duyuyorum, birçok kişi benim için ‘Acaba bu kadın gerçekten böyle mi, rol mü yapıyor?’ diyormuş. Çok kızıyorum böyle söyleyenlere…

Sahte olduğunuzu mu düşünüyorlar?

‘Bu kadın yalancı mı yoksa?’ diye laflar çıktı. 45 yıldır sahnedeyim. Fakirlikten gelen bir kadınım ve o günleri hiçbir zaman unutmadım, hiç değişmedim. Ben buyum… Eğer bir ortamda kimse konuşmazsa; bir konu açar, muhabbeti başlatırım. Hiç kimseyi kandıracak bir kadın değilim, özellikle de Türk halkını… Neden yalan söyleyeyim ki? Neden böyle bir çabaya gireyim? Beni, yıllardır birlikte çalıştığım ekibime sorsunlar. Beni bir de onlar anlatsın. Ben ‘Sünger Bob’ değilim; orijinal Kibariye olarak var oldum hep.

KULLARA HESAP VERMEM

Geçtiğimiz aylarda sahnede ‘Hamileyim’ dediniz ve yalancılıkla itham edildiniz…

İzmir’de 100 bin kişilik bir konser alanındaydım. Karnımda her zaman şişlik vardır; bizde genetiktir. Konser sırasında seyirciler arasından bir kızcağız, şaka olsun diye bana “Yine mi hamilesin abla? Kızına bir kardeş getir bari” dedi. Ben de o an esprisine “Evet, hamileyim” dedim. Kızımın doğumundan sonra iki kez bebek kaybettim. Bu sürecin sonunda, yaşımdan dolayı artık doğum yapamayacak döneme girdim. Çok şükür prenses gibi bir kızım var. O gün sahnede şaka yapmıştım. Benim ruhumu biliyorlar. Buna nasıl inanabilirler, asıl buna şaşırdım. Kullara hesap vermek zorunda değilim. Hiç kimse önyargılı olmasın; gelip beni bir de evde görsünler.

Türkiye’de damar şarkı denince akla gelen ilk isimlerden birisiniz. Bu nasıl bir his?

Çok güzel bir şey… Kendimi sevdirmek için bir çaba göstermedim. Okumam, yazmam, nota bilgim yok. Allah bana güzel ses vermiş, şükürler olsun ki onun sayesinde ekmek yiyorum. Annemin evinde peynir ekmekle doydum, o da güzeldi. Haram yemeden ve çocuklarıma yedirmeden işimi yapıyorum. ‘Mutlaka akla ben gelmeliyim’ diye bir şey yapmadım. Çıktım, içimden geldiğince şarkılarımı söyledim. Gerisi halkın takdiri…

Herkes damar şarkı söyleyebilir mi?

Hayır, herkes okuyamaz. Güzel okuyan birkaç kişi var ama onların dışında kalanlar, yani okuyamayanlar hakkında konuşmam çünkü gıybete girer. Allah kimisine güzellik, kimisine akıl, kimisine de ses veriyor. Güzel ses, herkese mahsus bir şey değil. Herkes ekmek parasının peşinde; kimse için kötü söz etmek istemem. Fatih Ürek’i bu yüzden çok seviyorum; her zaman “Benim güzel sesim yok ama sahnede cilvem, hoş sohbetim var, eğlendiriyorum” diyor. Kendisini biliyor, ukala değil; ne güzel… Bütün sosyete Fatih’i çok sever. Diğer örnek, Seda Sayan… Onun da kendisince güzel sesi var, güzel de okuyor.

Bir şarkınızda dediğiniz gibi, ‘kadir kıymet bilmeyenler’ çok mu?

Tabii, olmaz mı… Bazen 50 yıl çalıştığın kişiyi tanıyamıyorsun. Ben kimseyi kırmam, kırmaktan korkarım. Herkesi olduğu gibi kabul etmek lazım. Genelde bir insanda yaramazlık fark ettiğim zaman, onu kırmadan, üzmeden elimi ayağımı yavaşça çekerek ondan uzaklaşırım. Allah’ın selamını eksik etmem; ‘merhaba-merhaba’, o kadar. Hiç kimse dört dörtlük değil.

Müzik piyasasına ilk adım attığınızda nasıl tavsiyeler aldınız çevrenizden?

İlk olarak annem çok nasihat verdi bana. Yeni yeni ünlenmeye başladığım zamanlarda bana, “Kötü söz akılda 40 yıl kalır, iyi söz bir gün…” demişti. Her zaman adımlarımı akıllı atmam için çabaladı. “Kızım nerede olursan ol, kendini taşımayı bil. Para ve şöhret seni kandırmasın” dedi.

Nasıl şöhret oldunuz? Bugünlere nasıl geldiniz peki?

Muzaffer Özpınar ve Gönül Akkor, bu yola adım atmamamı sağlayan ilk isimler… Onlar İzmir Fuarı’nda çıkarken, ben pavyonda sahneye çıkıyordum. Topçular Çorbacısı vardı, zengin yeriydi… Çok özenirdim orada yemek yemek için ama gariptim, yiyemezdim. Kazandığım parayı anneme götürürdüm. Gönül Akkor ve Muzaffer Özpınar sayesinde Allah bana orada yemek yemeyi nasip etti. Birkaç kez bana sahne arkasından şarkı söylettiler. Önemli olan güzellikmiş; bilmiyordum ki, çocuktum daha. Bir gün Gönül Akkor, bir sahne elbisesini bana verdi. Onu lavantaladım, hâlâ saklarım. Bir gece Gönül Yazar, sahneye çıkamayacak kadar hastalandı. ‘Kimi çıkarsak?’ diye düşünürken, “O kız gelsin, burayı patlatır” demişler. O zamanlar kimlikteki adım Bahriye’ydi.

İçinizde ukde kalan bir meslek var mı?

Hayır, yok; her zaman şarkıcı olmak istedim, ünlü olmayı hayal ettim. İnsanlar şarkılarımı dinlesin diye düşündüm. Şarkıcı olmadan önce İzmir’de bir mağazada çalışıyordum. Sonra tütüncülük yaptım, sonrasında pamukçuluk… Ama aklımda hep meşhur olmak vardı.

Seda Sayan, Hülya Avşar ve Sibel Can gibi ünlü kadınlar, bu yaz bikinili-mayolu fotoğraflarıyla gündeme geldi. Siz bu pozları nasıl buluyorsunuz?

Kimsenin gizlisi, özeli beni ilgilendirmez. İsterse mayo, isterse haşema giyer; fark etmez. Onları iyi tanıyorum; bunu gündeme gelmek için yapmamışlardır. Yeni nesil geldi diye böyle bir şey yapacaklarını sanmıyorum. Örneğin Sibel Can; onu çok beğenirim, çok güzel bir kadın ve üç çocuk annesi. Ne giyse yakışıyor. Kilolu haliyle de bikini giydi. Sesi var bir kere; gündemde kalmak için yaptığını sanmıyorum.
Biraz da evlilikten bahsedelim… Eşiniz Ali Bey’den nasıl bir evlenme teklifi aldınız?
Kocamı kaçırdım, evlendik! (Gülüyor) Şaka bir yana, kaçtık gibi oldu… Bir sabah beni aniden uyandırdı. Saat sabahın 08.00’i… Üzerimde pijamalarım var, uyuyorum. “Hadi kalk, gidiyoruz” dedi. Daha yüzümü bile yıkamadan kendimi nikah masasında buldum. İki de şahit bulmuş; çok becerikli adam… Pijamalarımla imza attım. Sonra baktım, kayınvalidem bana gelinlik ve takı almış. Düğün yaptık, gece de kutlamaya gittik. Çok güzel anılar bunlar…

Ali Bey size tektaş da aldı mı? Genelde yüzük takmıyorsunuz…

Evlenirken bir tane almıştı. Yıl dönümümüzde de güzel bir yüzük aldı. Ama ben takıdan, tokadan sıkılan bir kadınım. Daha sahnedeyken kirpiklerimi çıkarmaya, küpelerimi atmaya başlarım. Takı merakım yok; saklarım ama takmam. Sahnede çok güzel bir takımı kaybettim. Ondan dolayı korkuyorum. Kızıma saklıyorum ben de. Ama parfüm hastalığım var; o ayrı…

Eşiniz, aynı zamanda menajeriniz. Evlilik ve işi birlikte yürütmek zor mu?

Ali, evlenmeden önce de menajerliğimi yapıyordu. Arada atışıyoruz; bunlar işin tuzu biberi. Olmazsa şaşarım. Ama deli gibi tartışmıyoruz. Bir keresinde benim çenem morarmıştı, “Eşiniz mi dövdü sizi?” diye sordular. Olur mu öyle şey, banyodan çıkarken düşmüştüm. Evlilik de, iş ilişkisi de saygı ve sevgi olmadan yürümez. Bunun farkındayız.

Hat Döner ile restoran sektörüne adım attınız. Nereden çıktı bu fikir?

Yemek yemeyi çok seviyorum, belli olmuyor mu! (Gülüyor) Çok güzel yemek yaparım, ağzımın tadını iyi bilirim. Döner için özel bir sos yapıyoruz ama bunun tarifini asla vermem. Tamamen bana ait. İnsanlar, ilk önce o sos için bize geliyor. O, benim gizli dosyam. Restoranda “Kiboş mönüsü” de yapacağız.

CUMHURBAŞKANIMIZA SEVGİMDEN O HAREKETİ YAPTIM

Geçtiğimiz yıl Cumhurbaşkanı Recep Tayip Erdoğan’la sohbet ederken kendisinin yanağına dokunmuştunuz. Bu hareketiniz çok konuşulmuştu…

Herkes cesaret edip benim yaptığımı yapamaz. Cumhurbaşkanımız sanata ve sanatçıya çok saygılı biri. Başkasına yapsan, bir tane tokat atabilirdi! O günkü yemekte boyum kısa olduğu için kendisine ulaşamadım. Etraf da çok kalabalıktı. Aralardan sokulup yanına gittim, eşi Emine Hanım da yanındaydı. Kesinlikle gündem olayım diye öyle bir şey yapmadım. Samimiyetten öyle bir hareket yapmış oldum. Bunu kötüye yorumlayanlar da oldu. Cumhurbaşkanımız, sanatçıyı ayakta dinliyor, saygı gösteriyor. Kendisinden o elektriği aldığım için sevgimden öyle yaptım. Ben Roman açılımında da sahneye çıktım. Masaya yanına gidip şarkı söylediğimde Cumhurbaşkanımız da benimle ayağa kalktı. Ben sahneye geri döndüğümde yerine oturdu. Öyle bir insana saygı duyarım, helal olsun derim.

KIZIM ‘ANNE SEN ÖNDEN YÜRÜ BEN ARKANDAN GELEYİM’ DER

Anneniz Makbule Hanım, ‘Şöfeeerr!’ sözüyle fenomen olmuştu. Şu an nasıl kendisi?

Annem iyi çok şükür, sağlığı yerinde. Onun her zaman ayaklarından, ellerinden öperim. Şu an 80 yaşında; 12 torununa, sekiz çocuğuna bakıyor. Ne derlerse desinler, biz çok iyiyiz, keyfimiz yerinde çok şükür.

Anneanne olmak istiyor musunuz?

Çok istiyorum ve kendimi anneanne olarak düşünüyorum. Kızım şu an okuyor, 17 yaşında. Hiç Kibariye’nin kızı gibi davranmıyor. Çok kibar, terbiyeli. Yolda yürürken “Anne sen önden yürü, ben arkandan gelirim” der. Tanınmaktan rahatsız oluyor. İnşallah evladımın mürüvvetini görürüm, çocuğunu severim. Diplomasını aldıktan sonra evlenebilir. Torunum kız olursa saçlarını tararım, erkekse yıkarım paklarım.

İzmir’den İstanbul’a gidip ilk kez sahneye çıktığınızda neler hissettiniz?

Sahneye çıkacağım yerde herkes sosyete; takma kirpikli, zengin kadınlar… Benim üzerimde yırtık bir pantolon… Korkuyorum, utanıyorum, ‘Nasıl çıkarım?’ diye düşünüyorum. O zamanlar çok zayıfım; kostüm bulmak kolay oldu. Yıldırım Mayruk’un diktiği bir elbiseyi giydirdiler bana; onu da hâlâ saklıyorum. Tir tir titrerken sahneye attılar beni; gözlerimi kapattım, kralı umrumda değildi artık. Aslanlar gibi kükredim sonra. Şarkım bitti, kadınlar beni bir sevdi ki, anlatamam. Kimisi küpesini verdi, kimisi kolyesini… Hayatımda imitasyon takım bile olmamıştı o zamana kadar. Nasıl hoşuma gitti, anlatamam. Seyirciler arasında Sezen de (Aksu) vardı, bana kolyesini çıkarıp verdi. Cengiz Özşeker bana ‘Kim Bilir’ şarkısını yaptı, o parçayla çıktım sahneye. Altan Erbulak da karikatürümü çizdi plak resmi olarak… Sokaklarda posterlerim vardı, rüya gibiydi… Sonra Seda (Sayan) ile ev arkadaşı olduk. Bodrum katında bir dairede kiracıydık.

Peki aileniz destek oluyor muydu size?

Babamla pavyona giderdim, arabada beni beklerdi, sahnem bitince beni alırdı.

Kaynak: Sabah

Exit mobile version