Merve Çaloğlu : “Parayı Veren Telifi Çalar”

MüzikOnair ‘da yayınladığımız Karmatürk Radyo ‘nun paralı şarkı yayınlama haberinin yankıları sürüyor.

Genç şarkıcı Merve Çaloğlu , Son Dakika Türk ‘teki köşe yazısında bakın neler yazmış…

İŞTE O YAZI :

Parayı Veren Telifi Çalar

Sosyal medyada okudum ve araştırdım, gerçekmiş…

Yine bildiğimiz, sevdiğimiz büyük radyolardan biri, para istemeye başlamış. Ne parası mı? Şöyle açıklayayım:

Şimdi, sanat eserlerinin yayınlanma hakkına istinaden, yayıncı kuruluşların (bu radyo, tv, bar, kuaför, avm gibi topluma açık yerlerde müzik yayını yapan heryeri kapsar), sanat eserlerinin sahiplerinin üye olduğu meslek birliklerine, telif ödemeleri gerekmektedir. Yani, radyo ya da tv, çaldığı şarkının, sözü- müziği kime aitse, o kişinin bağlı olduğu meslek birliğine telef ücreti öder. Meslek birliği de topladığı teliflerden kendi komisyon bedelini düşüp, sanatçıya hakkını öder. Şarkıyı yorumlayan kişi de, yorumcu telifi alır, aynı şekilde. Yani diyelim radyoda benim bir şarkım çaldı, meslek birliğime, şarkımı çalan kuruluşlardan telifim yatar, meslek birliğim de hakkımı bana öder. Ben ölünce de, mirasçım, varolan eserlerim üzerinden telif kazanmaya devam eder. Bu, dünyanın heryerinde böyledir. Bunun amacı, üretilmiş, elle tutulamaz bir sanat eserinin değerini, sonsuz kılmak, eseri üreten sanatçıyı korumak, sanatçının şarkısını, babasının malıymış gibi izinsiz, bedelsiz kullanıp, müziği değersizleştirmeye çalışanlara meydan okumaktır.

Bunu bir örnekle açıklamak istiyorum, bilenler kızmasın, zira bilmeyenler o kadar çok ki, daha basit şekilde anlatmak boynumun borcu oldu artık:

Diyelim börekçisiniz, oturup börek yaptınız, ben de dükkanınıza girip, o böreği babamın malı gibi alıp, evimde kendi misafirlerime ikram ettim. Yedik, bir güzel eğlendik, sizden de ne izin aldım, ne de bedelini ödedim, buna hırsızlık denir. Hapishaneyi bile boylayabilirim. Yalnız, sizin maduriyetiniz açısından şöyle bir fark var; Siz yine oturup bir börek yapabilirsiniz, ben aynı şarkıyı bir daha yazamam. Yani, ey okur, sen aynı böreği babadan oğla geçen bir börekçi markası haline getirip satabiliyorken, benim sürekli yepyeni şeyler üretmem gerekmektedir. Üretemediğim noktada, daha evvel üretmiş olduklarımla insanlar eğlenip, eğlendirip, mekanını doldurup, kanalında çalıp, reklam alıp, para kazanıyorken, ben evde boş buzdolabına bakabilirim. Bu noktada hakkımı savunacak kanunlar var, çok şükür. İşte burada, sanat ve fikir eserlerinin sonsuzluğunu savunan, telif hakları kanunları devreye giriyor. Ürettiğim şeyden, mantıken para kazanmam gerekir, çünkü sanat da başlı başına profesyonel bir iştir, üstelik mesai saatleri sınırsız, emekliliği, primi, sigortası olmayan, üretenin kendi ruh ve beden sağlığına dayalı yoğun bir iş. Telif meseleleri, ülkemizde halen, müzisyenler dahil olmak üzere ‘’ne ki o, nasıl oluyor, meslek birliği mi, o da ne???’’ seviyesinde yol aldığından mütevellit, yayın kuruluşlarında da, telif yatırma konusunda aynı rehavet gözlemlenmektedir. Zamanında yatırılmadığı için, çığ gibi büyüyen telifler, radyoları zor duruma sokup, son çare olarak da, ”sanatçının hakkını sanatçıya ödemek için, sanatçının bizzat kendisinden, şarkısını yayınlama karşılığında para istenme trendi” başlamıştır, hayırlı uğurlu olsun! Trajikomik bir tekerleme gibiyiz mübarek!

Bu saçmalığa çeşitli kılıflar uydurulup;

*Yayın politikamız artık böyle!

*Bizim dakikalarımızı satın alıyorsunuz gözüyle bakın olaya!

*Reklam fiyatı yani! Hatta böylesi daha adil, istediğin kadar dakikayı satın alabilir, kendini radyoda 1500. kere çaldırabilirsin! başlıklı martavallarla, ”Gelişmiş Ülke Olamama Olimpiyatları’’nda, yine ipi en güzel şekilde göğüslüyoruz.

Üretileni halka ulaştırmak için kurulmuş olan yayın organı, kendi amacından böylelikle sapmış oluyor. Kendi sonunu da elleriyle bir güzel yazıyor. Yılların radyosuna verilen emekler boşa gidiyor. Ben, sanatçı olmamı bir kenara bırakıyorum, bir dinleyici olarak bile, bir radyonun kapatılmasından dolayı, derin üzüntü duyuyorum. Çünkü radyo, çok özel bir oluşumdur, sadece sesiyle yıllardır dinleyiciyle bağ kurmuş olan radyocular işsiz kalır, dinleyici samimiyetten uzak kalır, çaycısından reklamcısına bir çok insan mağdur olur. Biz sanatçılarsa, en güzel yayın organlarımızdan biri olan radyodan, bir ünite daha kan kaybetmelere doyamayız.

KRAL ÇIPLAK!

Peki burada kim suçlu? Bana sorarsanız sanatçı da suçlu, yapımcı da suçlu, yayıncı da suçlu, pr’cı da suçlu! İşin bu hale gelmesi, yılların emeğiyle oldu. Sektörü çökertmek için elimizden ne geliyorsa yaptık. Birkaç tatlı maddede sıralayacak olursak, şöyle maddeler buldum, sizler evinizde daha da çoğaltabilirsiniz, bana da mail atın :) Tüm çuvaldızları da hepberaber üstlenelim lütfen, alınmadan, bozulmadan, şöyle buyurun:

*Reyting ya da kesesini doldurma kaygısıyla, durmadan aynı şarkıları ‘’hit’’ adı altında çalan radyolar ve kanallar, dinleyiciyi bıktırdı.

*Dinleyici kaybeden yayın organları da reklam verenleri kaçırdığı için parasız kaldı. Benim telifimi bana ödemek için, milyon katı para istemeye başladılar. Dijital çağ içerisinde isteyen istediğini bedavaya dinliyor artık, dinleyiciyi kanallara, radyolara geri kazanmanın başka yolları aranmalı.

*Şarkıcı olmadığı için, tüm özgüvensizliğiyle kendini sektöre kabul ettirmek için, durup duran radyodan saniye satın almayı teklif edip, uyuyan yılanı uyandıran hanım kızlarımız, oğlanlarımız, bu kaosta en büyük alkışı hakediyorlar.

*Teklifi kabul edip, o paraları alan, sonra da içi rahatsız olup, ”olayı legalleştireyim bari, herkesten isteyeyim, adını da reklam bedeli koyayım’’ diyen radyolar da, kendi batışlarıyla sektörü allak bullak etmekte oldukça başarılılar.

*Gerçek müzisyen olmalarına rağmen, ”sistem böyle” tuzağına düşüp, beynini kullanamayıp, yemeyip içmeyip, günde 3 kere klibi dönecek diye, kanallara onbinlerce lira ödeyenlerimiz, bu saçma işleyişe büyük katkı sağladılar, onlara da benden çay!

*Sanatçıyı ve onunla yıllar boyu yol almayı değil de, kendi kesesini düşünerek hareket eden, köhne ofisinde sigara dumanı altında, ekranda ‘’tık’’ saymaktan göbeğine kaçak kat çıkan, muhabeseciden bozma yapımcılarımıza da alkış!

*İki insan tanıyıp, ”sanat camiasından çevre yaparım, oradan da hem ünlü iş adamı, hem yapımcı olurum ” düşüncesiyle, ona buna sponsor olup, ödedikleri bedellerle, saçma sapan şarkılara maruz kalmamızı sağlayan, ortamcı, çakma yapımcılar da, yakında aranje dersi vermeye kalkarlarsa şaşırmam. Ankara’nın Bağları forever!

Bunların nasıl düzeleceğine dair sihirli bir formül söyleyemem. Zira koskoca meslek birlikleri varken, ben boyumdan büyük işlere kalkışamam. Sadece bir sanatçı olarak, başıma gelenleri, uğradığım haksızlıkları anlatabilirim. Onu yaptığımda da gördüğüm, insanların tüm bunlardan haberdar olmayışları oluyor. Geçen aylarda, bir albüm, iki single, dört klibe rağmen halen benden yayın parası isteyen malum müzik kanalımızla ilgili Sabah Gazetesi’ne röportaj vermiştim, gazeteci arkadaşımın da bu paralı sistemden haberi yoktu mesela. Neden yoktu? Çünkü bu paraları ödeyen çoktu ve kimse sesini çıkartamıyordu. ”Kral çıplak” dendiğinde şaşırıyorlardı. Çünkü kral bile yaptığından utanıp, çeşitli dizi senaryolarına, ‘’biz kliplerden para istemiyoruz’’ u sıkıştırmaya başlamıştı. Ama istiyordu, hatta ”klip çekmeye para buluyorsun, bize de bul” diyecek kadar aleni ve üslup şampiyonu bir şekilde.

Biliyorum, tüm olanlara suçlu arayarak bir yere varamayız, çünkü bana göre, artık para isteyen de suçlu değil. Sistemin çökmemesi, bir sürü sevdiğim radyocu ve sunucu arkadaşımın da işsiz kalmaması için çare arayışıdır, bu bedellerin istenmesi. Belli ki iki ucu çoklu değnek yani anlayacağınız.

Burada bir suç varsa eğer, sektör içerisinde sanatçısı, yapımcısı ve yayıncısı olarak, bir türlü birlik olamayışımızdan kaynaklanıyor. Biz sanatçılar olarak, biraraya gelip, sorunlarımızı konuşabilecek çağdaşlığa erişemediğimiz sürece, bu savaşın biteceğine dair inancım sıfır. Şu egoları aldırsak da saklasak, ne şahane olacağız! Etrafıma sorduğumda, ”müziği bırakmak istiyorum’’ diyen, bir sürü müzisyen arkadaşım da var artık. Kanalından da, pr’cısından da, radyosundan da, ”yapamayan yapımcı”sından da illallah etmiş durumdalar. ”Batarsa batsın, beter olsun’’ demek, sadece bilinçsiz insanların işidir. Tüm engellenmelerime, müziğime fatura kesilmelere kalkılmasına rağmen, şahsen hiçbir yayın organının kapanmasını istemem. Dijital çağa güveniyorum evet, yakında evden albümlerimizi bir tıkla yayınlayabilir hale geleceğiz, kendi işimizin hepten sahibi olacağız. Ancak gönül ister ki, yaptıklarımızın kıymetini bilip, arkasında duranlarla, müzik için radyo ve televizyon kurmuş olanlarla bir aile olup, tüm çarpıklıklarla beraberce mücadele edebilsek…(Merve in wonderland!) Daha güçlü olmaz mıyız o zaman, sanatın değerini insanlara anlatmakta? Oluruz tabii ki! Lakin, amaç sadece ve sadece kısa yoldan para kazanmak, sektörün hertürlü nimetinden yararlanmak, insanların ürettiklerini ulaştırma kaygılarını kullanıp, zaaflarına ahlaksız teklifler sunmak olunca, rüşvet aldığı anlaşılmasın diye gerçek sanatçılara ‘’bir bakalım, kurula sokalım önce, sonra duruma göre yayına alırız şarkınızı’’ deyip, sonra da asla çalmamak gibi üçkağıtlar olunca, bizim müziği battığı yerden çıkarmamız, biraz zor gözüküyor. O zaman Batsın Bu Dünya forverer! Yine olmadı…

Bizler bu haldeyken, sokaktaki insana, kuaförüne, lokantacısına, işletmecisine teliften söz etmeye kalkmaksa, deveye hendek atlatmaktan hep daha zor olacak. Halka, ”yasal dijital albüm satın alın, oradan telif kazanıyoruz”u anlatan da dinazor’a hendek atlatmış oluyor, alkışlarım:) Biz bu haldeyken, ‘’aslında benim sesim de süper, ben de albüm mü yapsam?” diyen kendini bilmezler, o albümleri yapar, o paraları öder, sonra kanal senden de para ister, sen ”sana verecek param yok’’ deyince, ‘’albüme-klibe bulmuşsun, bana da bul’’ demelere doyamaz, biz de ”ülkede müzik bitti” diye söylenmeye devam ederiz. Bu konuya da bir açıklık getirip, son derece iç açıcı makaleme son vermek istiyorum:

Ben o paraları bulmuyorum, işim için çalışıp, kazanıyorum, sonra ürettiğim şarkıların prodüksiyonu için harcayıp, albüm, sen yayınla diye klip haline getirip, üzerime düşeni yapıyorum. Senin için çalışmıyorum yani, dinleyici için çalışıyorum, senin de yapman gerektiği gibi. ”Halk bunu istiyor” yalanına inanmamız için, önce o bedelleri kaldırıp, sonra reyting oranlarını birlikte incelemek amacıyla, tekrar masaya oturmamız lazım derim.

Radyocuyla sanatçıyı birbirine düşman eden yayın politikalarının düzelebilmesi için, sanatçının da, radyocunun da, televizyoncunun da, kraldan çok kralcı olmayı bırakıp, birlik olmayı başarabilmesi lazım. Bize dokunmayan yılan, bin yıl yaşamıyor, ne yazık ki, ”salla başı al maaşı’’yla da, dostluklar da, kanallar da, müzik de, can çekişiyor. Ben, hertürlü uzlaşmadan yanayım, yeter ki dürüst olunsun, herkes eteğindeki taşı döksün. Bu sistem er ya da geç çökmeye mahkumken, kalpler kırılıp, motivasyonlar düşmesin. Hoş benim düşmez, ölene kadar da üreteceğim, bu istekleri körelmiş olan arkadaşlarım adına da bunları söylemek görevimdi, bıraktım buraya… Koltuklarında hakkımızı yiyerek oturanlaradır sözüm, bugünlerin yarınları var, dijital gemiye bindik gidiyoruz biz, sen hoş’’çakal’’…

Kendi telifim için, üste para vermeyeceğim. Ancak alacağına inandıklarıma verecek son güzel tavsiyelerim var, çuvaldız yine dört yandan hepimizi sarsın, amin!

Hazır Ramazanken, ihtiyaç sahiplerini doyuralım sevgili müzisyen kardeşlerim, kedi olur, köpek olur, kuş olur, çocuk olur, siz seçin. Özellikle, benim de içinden geçtiğim, sistemin bizi yolmak için taktığı kulplardan biri olan, ‘’yeni çıkan’’ sendromuna kapılmayın, ”siz yeni çıktınız, bu kapıdan giriş bu kadar” başlıklı harcama tuzakları, iliğinizi, kemiğinizi sömürmesin. ”Sizi sevdim, indirim yapıyorum” diyenlere de kanmayın, kimse kimseye indirim yapmıyor, ödediğiniz pr paralarının karşılığında verilecek olan hizmetleri yazılı olarak alın, sözleşme yapın. Ne istiyorsanız, onu yerine getiremeyenin, sistemi suçlamasına kanmayın, kendi beceriksizliğidir o, suçlayacak bir sistem kalmadığında, ortadan yok olacağını test edebilirsiniz ama tavsiye etmem. Sen de patronun şarkı yayını için para istiyor diye bana bozuk atma radyocu kardeşim, şarkımı çalamaman senin suçun değil, orayı anladık, yeter ki dürüst ol, senin canın sağolsun, gel ben sana evde piyanoyla da çalarım, yeter ki dostluğumuz baki kalsın, hayat uzun, beraber yürüyelim(Bu anlamdaki etik anlayışı gelişmiş olan radyocu arkadaşlarımı tenzih ediyorum, onlar kendilerini biliyorlar). Sponsor ayağına ortamcı arkadaşım, sen de git inşaatını yap, iki güzel kız gördüm diye gül gibi işini bırakıp bizim sektöre salça olma, senin işin kentsel dönüşüm, müziksel gelişimi biz yaparız.

Bakın ne de güzel olduk, kurtuldu sektör :) Şimdi benim işimin başına dönmem lazım, fazladan aylık verecek 40.000 liram olmadığından döndüremeyeceğim yeni kliplerimin şarkıları için, para kazanıp, yazdığım şakıları dinleyiciye layık hale getirmek için de harcamam lazım. ”Ne kadar ekmek o kadar köfte” yeni şarkım, bam telifimden vurun beni!

Not: Kızgın değilim, sadece gerçekçiyim ve korkmuyorum, çünkü ben müzisyenim, bunu da parayla değil notayla ispatlıyorum yıllardır. ”Susun da tekneniz yürüsün” diyenleri hayatımda tutmuyorum, kendi yelkenimi kendim açarım, bulanık sularda yüzmektense, okyanuslara nota döküyorum, sizi de beklerim! Beni bilen, hakkımı teslim eden, müziğe ve müzisyene değer veren sektördeki tüm aydın ve idealist radyocu, televizyoncu ve gazeteci arkadaşlarıma ve müzisyen yol arkadaşlarıma selam olsun, Uzak Yollar’ın kaptanından sevgiler…

Aşk’a uyanın, gerisi kolay…

MERVE ÇALOĞLU

Kaynak : Son Dakika Türk

Exit mobile version