Müzisyen ve şarkıcı Nil Karaibrahimgil, oğlu Aziz Arif’i gönderecek kadar içine sinen bir yer bulamayınca, şarkısında olduğu gibi bütün kızları toplanıp bir yuva açmaya karar verdi.
Farklı bir sistemle kollarını sıvayan Nil’in yuvasının inşaatına girdik, hayalindeki okulun izlerini sürdük…
Yuva açma fikri nereden çıktı?
Üç yaşlarında çocukları olan birkaç anne, evimizin yakınında onlara kucak açan bir yuva aradık. İçimize sineni bulamadık. Beşiktaş, Nişantaşı civarında yaşayan ve bu arayışta olan bir sürü anne olduğunu fark ettik. Biz de “Waldorf pedagojisinden ilham alan bir yuva kuralım” dedik. İmece usulü, herkesin taşın altına elini koyduğu, çocuğunu bırakıp gitmediği, parçası olduğu bir sistem kurduk. Hepimiz bu yazı karınca gibi çalışarak geçiriyoruz. Anne baba inisiyatifli, kâr amacı gütmeyen, aile gibi bir yuva olsun istiyoruz. Bu nedenle okul değil, yuva kuruyoruz. Üstelik ‘her çocuk bir evren’ diye düşünüyoruz. Bu nedenle çıkış noktamız bu!
Yuvanızın nasıl bir felsefesi var? Neyi amaçlıyorsunuz?
Waldorf, çocuğa sevgi saygı besleyen, onun biricikliğinde hazine bulan bir felsefe. Serbest oyun var. Faaliyetlere koşturan, sürekli ceza ve ödülle güdülen çocuklar olmasın istedik. Ritimleri var. İçe ve dışa dönük nefes gibi, hareketten sükûnete yumuşakça geçen günleri olacak. Çocukları yedi yaşına kadar rahat bırakmayı, bir şey öğretmemeyi, sadece saygıyla sağlıkla sanatla masalla doğayla karşılaştırmayı düşlüyoruz. Bu okulun anne babalarıyla tek tek görüştük. Marangoz olmak isteyenlerden değil, bahçıvan olmak isteyenlerden oluştuk. Şekil vermek değil, olanı beslemek istiyoruz. Tohum zaten onlarda! Domates tohumundan domates çıksın, anne babanın ya da okulun hedeflediği elma ağacı değil. Ruha önem veren bir dünya Waldorf. Onu sarmalayan.
Hangi yaş grubunu kapsıyor peki?
0-3 yaş oyun grubu, 3-6 yaş yuva.
Yuvada bir gün nasıl geçecek?
3 yaşında bir çocuğun okulda işi ne? Onun oynaması, elleriyle toprak taş kozalak ağaç boya tutması, ritim tutması, mutfakta hamur yoğurması, masal dinlemesi, dans etmesi, şarkı söylemesi lazım. Çocukluğu koruyoruz biz. Çocukluğun gardiyanlarıyız. :) Bir şey öğretmiyoruz. ‘Öğretme’ ve ‘eğitim’ kelimeleri yok bizde. Öğretmen, kendini sürekli geliştiren bir örnek insan. Önlerinde kendini büyüterek ilham verecek olan ve gerektiğinde elbet problemlere yaklaşım geliştirecek olan.
Beslenmeleri nasıl olacak?
Çocukların beslenmesini, kurucu annelerden Mediha’nın ellerine teslim ettik. Kendisi çocuk beslenmesi konusunda çok iddialı. ‘Mediş’ diye markası var, merak edenler inceleyebilir. Mutfak ona emanet. İlaçsız, organik sebze meyve tüketecekler. Waldorf okullarında şeker, un gibi şeyler yok zaten. Dolayısıyla bizde de yok. Sağlıklı atıştırmalıklar var. Ayrıca en sevdiğim özelliklerinden biri de her sınıfta mutfak olması. Hangi çocuk mutfakta olmayı, her Çarşamba farklı sağlıklı bir tahıldan ekmek yapmayı, sabahları elma çayı kokan bir sınıfa girmeyi istemez ki?
Yuvada psikolog ve sağlık görevlisi vb. var mı?
Öğretmenlerin hepsi çok sağlam bir pedagojik eğitimden geçiyorlar. Hepsinin ilk yardım sertifikaları olacak.
Müzik, resim, oyun vb. çocukları eğlendirecek, sakinleştirecek ve özgürleştirecek faaliyetlere ne kadar zaman ayrıldı?
Bu yuva, çocuğun serbest oyun zamanının saygılı bir yuva. Ritimler var. Kim nasıl isterse ritme öyle girer. Faaliyet yok, çocuklardan hiçbir performans, sunum, gösteri, öğrenme beklemiyoruz. Onların hepsi meraklarıyla alacaklarını alıyorlar ışık hızıyla. Biz ortam ve yaklaşımı doğru sunacağız. Yönlendirmeyeceğiz.
Yani temeliniz çocukların mutluluğu aslında…
Evet. Biz dünyadaki bazı Waldorf okullarıyla görüşmeler yapıyoruz. Oradaki kurucular ve eğitmenlerle görüştükçe, çocukların mutluluğunu huzurunu gördükçe ne kadar güzel bir tohum attığımızı görüyorum. Her gün banyo seramiğinden, kapıdaki diyafona kadar küçük küçük kararlar vererek bir okul kurduğumuza inanamıyoruz bazen. Bir kafede kurduk biz bu okulu. Orada kahve içerken hayalini kurduk, sonra o kafenin penceresinden görünen binayı tuttuk. Sonra aldık elimize şişleri başladık örmeye. O masada öğretmenlerle, velilerle, ustalarla görüştük. Yurt dışından gelen mentorlarımızla görüştük. Bazen gece 1’de kalktık masadan. Veli tanıtımlarını, inşaata kilim atıp yaptık. Köy sandalyeleriyle badanasız çıplak ampullü bir odada. Mediha kendi yaptığı kurabiyeleri sundu, çay demledik. Canim yuvamız böyle doğdu. İnşallah yolu açık olsun. Büyüsün ilkokulu, ortaokulu, lisesi olsun. Çocukluğu ne kadar korusak kârdır. En azından 12 yaşına kadar bırakalım ağaçları büyüsünler, sonra rüzgâr istediği yönden gelebilir. Gövde sağlam olacak biliyoruz.
Oyun ve oyuncaklar peki?
Okulda her şey mobil. Ve klasik anlamda oyuncak yok. Kendi oyununu kurabileceği şeyler ahşaptan, yünden, keçeden, ipten. Bir iple saatlerce oynayabilen bir çocuğun hayal gücünü düşün! Hâlbuki artık ona yer açmak git gide zorlaştı. Tilda Swinton diye bir oyuncu var. Çok beğenirdim. Meğer o da İskoçya’da ikizleri için Waldord Okulu açmış. Sonra 14 yaşına geldiklerinde Waldorf sistemine devam etmek istemiş ama veliler yanaşmamışlar. Bunun üzerine kendisi, ona inanan bir veliyle lisesini açmış. Her şey inanan, motive olmuş, güzel şeyler yapmak isteyen insanların çalışkanlığıyla yürüyecek. Biz de Tilda gibi yola çıktık, yolumuz açık olsun. Masallar ve sanat Waldorf eğitiminin merkezinde. Çocukları hayata masal kadar hazırlayan, içini güçlendiren vitamin veren bir şey yok. Oğlumun her gün masal dinleyecek olması bile Waldorf’u seçmeme neden olurdu.
Sizce ülkede neler yanlış gidiyor? Eğitim sisteminde düzeltmemiz gereken şeyler neler?
Bence eğitimin en büyük tehlikesi, cevaplarla dolu olması. Sana kesin ve net cevaplar veriyor ve sonra onları iyi ezberleyip ezberlemediğini de test edip duruyor. Hâlbuki sorularla dolu olmalıydı. Oğlum soru sorduğunda onun kutsal bir an olduğunu öğrendim. Asla cevap vermiyorum. Ne biliyorum ki? Kendi cevabını aramayı öğrensin, başka otoritelerin cevaplarını kanun kabul etmesin. “Anne bunu suya atarsam batar mı?” diyor, “Sence batar mı? Gel bakalım batar mı?” diyorum. Gidip suya atıyoruz. Batıp batmadığını kendi görüyor. Bir insanı hayatta en çok kısıtlayan şey, neyin mümkün olduğu neyin mümkün olmadığı konusunda miras aldığı ön yargılarmış. Bence ‘eğitim’ bunun baş sorumlularından.
Waldorf’ta eğitim yok. Sanırım sizi bu cezbetti…
Waldorf’a âşık olduğum gün, Aziz Arif’i Waldorf oyun grubuna götürdüğüm gündür. Onu izlerken, “Nil Hanım öyle izlemeyin oynuyor zaten, sizi meşgul görmesi daha mühim. Örgü örer miydiniz meselâ?” diye ellerime iki şiş tutuşturdukları gündür. O gün anladım, hayatındaki ilk örnek insan olduğumu.
Kaynak: Hürriyet