“Radyocular Havalı, Yalvarmamı Bekliyorlar”

MüzikOnair Köşe Yazarı Aykut Gürel, CNN Türk internet sitesinde Umut Alphan’ın konuğu oldu.

Yazılı yayınlanan röportajın detaylarına aşağıdan erişebilirsiniz!..

Tam bir hafta öncesi, İstanbul’un aksine insanı huzurla sarıp sarmalayan bir Bodrum akşamı. Toplanmışız, bir kısmımız memleketi kurtarıyor, biz yani azınlık ise memleketin müzik sektörünü. Söz konusu grupta Aykut Gürel de var ve çok da dolmuş. “Teyp mi açsaydım” diyorum, ertesi gün için sözleşiyoruz. Ve anlattıkça anlatıyor. Sonunda tabii ki Türk pop’unu kurtaramadık ama anladım ki mevcut koşullarda bu, imkânsızı istemekle eşdeğer. O kadar yanlıştan bir doğrunun çıkması zor. Ama siz yine de önyargısız okuyun, belki bir ışık görürsünüz…

Pek göz önünde değil ama her daim üretmeye devam ediyor. 13 yaşında pavyonda gitar çalarak başladığı, bugünlerde ise 40’ıncı yılına dayanan müzik hayatında 200’e yakın albüm, 1000’i aşkın aranjmana imza atması bunu fazlasıyla anlatıyor. Son işi “Aykut Gürel Presents: Bergüzar Korel” tam anlamıyla bir proje. Önce Sezen şarkıları üzerine fikrin, ardından fikrin üzerine doğru şarkıların ve o şarkıların üzerine uygun solistin bulunmasıyla kotarılmış özel bir iş. Söz ve müziği Sezen Aksu’ya ait 12 parçanın caz halleri. Çok farklı bir tat ve yorumla.

Solist Bergüzar Korel olmasa, böyle bir deneme ticari açıdan büyük bir risk. Sonuçta ülkede müziğin kitleselleşmesini sağlayan tüm araçlar ana akım Türkçe pop’a teslim olmuş durumda. Alternatif işler alternatif mecralardan duyurmak zorunda sesini. Aykut Gürel de bu durumdan fena halde şikâyetçi. “Türkiye’de pop müzik müziğin evrensel dillerinden uzaklaşmaya başladı. Kendine has, kendi içinde tekrarlayan ve ülkedeki kısıtlı müzik alıcısı dışında dünyanın hiçbir yerini ilgilendirmeyen bir hale dönüştü. Uzunca bir zamandır kendi kendimize bir şey bulduk ve onun üstüne gidiyoruz. Daha doğrusu 90’ların başında bizim 3-4 kişi bulduğumuz şey, hâlâ 2016’da aynı şekilde devam ediyor. Çok klişe bir laf bu ama 7 değişik ismin o yaz çıkardığı şarkıları art arda dinliyorum, DJ bağlıyor peş peşe, aynı şarkı çalıyor gibi. Tamam, dans müziğidir kabul ediyorum, seviyorum da ama bu kadar aynı kalıbın ekmeğinin yenmeye çalışılması artık bir yerden sonra bana gına getirdi.”

İşte bu ‘gına’ onu ‘evrensel dil’ diye tanımladığı yere götürüyor, bu yüzden caz yapıyor. Aslında pek çok insan güzel şeyler yapmak istiyor ve yapabilecek kapasitedeler ama sıkıntı büyük. Aykut Gürel bu noktada tartışılması gerekenin yapımcılar olduğu fikrinde.

‘İŞ YAPIMCILARIN DAMAK TADINA KALDI’

“90’larda bir pop müzik patladı hikâyesi oldu ya… Yapımcıların müzik zevkine göre yapılmıyordu albümler. Plakçı ya da yapımcı dediğimiz abilerimiz bize teslim ediyordu projeyi. Müzisyenin damak zevkine göre yapılıyordu. O yüzden hiçbir albüm diğerine benzemiyordu. Şimdi şarkıları yapımcı seçip, hangi aranjörün yapacağına yapımcı karar verip, ‘Şarkının introsuna obua koyalım’ falan diyen hep yapımcı olunca iş onların damak tadına kaldı. Bunun yanında Türkiye’de sadece 2-3 büyük firma var, sektör zaten daralmış durumda. O yapımcı da riske girmiyor, ‘Sana şöyle bir albüm yapalım’ deyince satışını düşünüyor. Hangi albüm satmış ona bakıyor, ona benzeyen bir şey yapmak istiyor. Biraz o çizginin dışında bir iş götürünce, ‘Bu çok alternatif olmuş Aykutçum’ diyor mesela. Ne alternatifi, bu da pop. Alternatifi bilmiyor, alternatifin anlamını bilmiyor. Zamanında bir yapımcı arkadaşım demişti ki, ‘Abi ben manavım. O mevsim en çok satan ve en güzel görünen meyveyi en öne koyarım.’ Yapımcı böyle bakmak zorunda. Böyle bakıp o koltukta oturduğu sürece sıkıntı yok. Ama riske girmeyi, yeni bir vizyon açmayı müzikten anlayan, müziği yapan adama bırakması lazım. “

İMÇ’yi, nam-ı diğer Unkapanı’nı soruyorum, ‘İyi olmadı mı bu baskının ortadan kalkması?’ diye. “Tam tersine” diye yanıtlıyor, Yaşar Kekeva’yı örnek veriyor.

‘ESKİLER İŞADAMI GİBİ DURURDU’

“Bir albümün başlagıcında mali toplantılarını yapardık. Stüdyonun başladığı gün pastasını şampanyasını alır gelirdi, albüm bitene kadar görmezdik. Albüm bittiği gün de ‘Haddim değil ama geleyim dinleyeyim çocuklar’ der, yine pastasını şampanyasını alır gelirdi, ondan sonra da albümü çıkartırdı. Yaşar Abi’nin meşhur olmaya, konulara müdahil olmaya çalıştığını, müzikle ilgili konuştuğunu falan hiç görmedim ben. Onlar işadamı gibi dururdu. Şimdiki yapımcılar, prodüktör gibi, müzisyen gibi durmaya çalışıyor. Her şeye müdahale ediyorlar. İMÇ dediğimiz yerde aktif 25-30 yapımcı vardı, sürekli üretken olan. Şu anda 3 büyük şirketin kontrolünde hadise.”

Ama elbette tüm faturayı patrona kesmiyor, ona göre müzisyenlerin de bu tabloda payı var. Onların da tüccar gibi düşünmesine kızıyor. ‘Ben böyle bir şeyde ısrar ediyorum’ diyerek fikirlerini savunmaları gerektiğini düşünüyor. Kendilerinin 90’larda bu hataya düşmediğini anlatıyor.

‘KULÜPLER ÇALMIYOR YAPTIĞINIZ İŞLERİ’

“Biz, İskender Paydaş, Ozan Doğulu, Ozan Çolakoğlu niye meşhur olduk? Bu konuştuğumuz hataya düşmedik 90’larda. Yaptığımız bir albüm diğerine benzemiyordu. Hep riske giriyorduk. Hep oynuyorduk. Zor işler de yapıyorduk ama insanlar onu anlıyordu. Türkçe müzik çalan kulüplerin tamamını geziyorum, hâlâ çoğunlukla 70’ler, 80’ler ve 90’lar çalıyor. İnsanların artık dönüp bir aynaya bakması lazım. 2000’lerin başından beri müzik üretiyorsunuz. Genç çocuklara söylüyorum. Şu kulüpleri bir gezin, çalmıyor sizin yaptığınız şeyler. Ama havanızdan da geçilmiyor bu esnada. E gece insanlar eğlenmek için sizin müziğinizi tercih etmiyor. Ama siz dans müziği yaptığınızı iddia ediyorsunuz. Şimdi burada insanın kendisini sorgulaması lazım. Burada bir terslik var.”

Sadece gençler değil, piyasanın bazı kıdemlileri de aynı girdabın içinde Aykut Gürel’e göre. Neden sürekli kendilerini tekrar ettiklerini anlamlandıramıyor.

“İÇLERİNDE ÇOK İYİLER DE VAR AMA…”

“Son dönemde müzik yapan, hırslarına, çalışkanlıklarına, iddialarına hayran olduğum tipler de var. Ama onlar da kendi sınırlarının dışına çıkmak için en küçük bir şey yapmıyorlar. Ya da yapımcı ‘Yapma bunu satmaz, bakkal yapalım’ diyor. O kısmını tam bilmiyorum, içlerinde değilim. Ama aralarında çok iyiler var.”

Yapımcılar, müzisyenler tarafında durum böyle. Ancak işin başka ayakları da var. Radyoların ve radyocuların sorumluluğuna da özellikle dikkat çekiyor Gürel. Onu ilerleyen satırlarda okuyacaksınız. Ama önce biraz albüm. Sezen Aksu beğendi mi mesela? Ya da onunla yapılabilir miydi böyle bir iş?

SEZEN AKSU’NUN KAYGILARI

“Çok beğendi. Tüm söz ve bestelerin Sezen Aksu’ya ait olduğu bir proje ilk defa oluyor. 3 tane şarkıdan fazla vermez. Hep böler, 2 beste verir , 3 söz verir falan. Ama bu neredeyse bir tribute albüme döndü. Ben ona nasıl bir şey yapacağımı anlattığımda ana akımdaki albümlerle yarışmayacağını anladığı anda ‘Tamam’ dedi. Kaygılarından biri şarkıların nasıl yapılacağı, ne kadar ihanet edileceğiydi orijinal hallerine. Ama benim ihanet etmeyeceğimi de bildiğinden içi rahattı. En çok korktuğu şey ise şarkıcı olmayan birinin şarkıcı gibiyi oynamasıydı. Bergüzar Hanım ne yapacak diye endişeliydi. Dinledikten sonra ilk onu söyledi. ‘Acayip şarkı söylüyorum havasına girmeden sakin, duru söylemiş’ dedi. Bizim de yapmak istediğimiz şey buydu.”

Ama tabii ki bu öyle kendi kendine olmadı. Cümlesi bile tuhaf, şarkıcı olmayan birinden şarkıcı gibi olmamasını istemek. “Zor tuttuk okumalarda” diye anlatıyor Gürel. Nameli makam gırtlağıyla, arabesk gırtlakla söylemeye bayıldığını anlatıyor Bergüzar Korel’in. Okumalardaki gerginliğinin, endişelerinin ilk klip çekilene kadar devam ettiğini de ekliyor.

‘Sezen’le olur muydu?’ kısmına gelince… Bu sorunun en basit yanıtı ‘Ağır gelirdi’.

‘BU ALBÜMDE ÇOK BOŞLUK VAR’

“Sezen Aksu öyle ağır bir solist ki, şarkıyı söylemeye başladığı anda müziği başka bir yere götürüyor. ‘Müziğin içine biraz solist koyduk’ tadında oynayamazsınız onunla. Mesela bu albümde çok boşluk var. Kalabalık bir aranjman yok, aşırı üretim yok, 52 tane müzisyen çalmıyor, keman grupları yok, 8 kanal vokal yok, hiçbir şey yok. 5 kişi çalıyor, bir tane solist de oynamadan, ortada söylüyor. O yüzden solistin tükürüklerini, gitarcının tel sesini duyuyorsunuz, kalabalık yok çünkü. O kadar boş bir müzik ki, bunun üzerine Sezen Aksu gibi ağır bir solistle bu kadar minimalist bir iş yapılabilir mi, bilmiyorum bakmak lazım. Bir de makam gırtlağı çok iyidir Sezen’in, ona bir-iki tane Türk müziği enstrümanı eklemek daha şık olur. Yani bunun aynısı olmaz.”

Sezen Aksu şarkılarından böyle bir albüm yapma fikri, bir gün bir davette, Fransız cazı diyebileceğimiz “manouche jazz” çalan amatör bir grubu dinlerken aklına geliyor. Tam o anda, o müziğin üzerine, çok iyi bildiği Sezen şarkıları çalınıyor kulağına. Peki, şarkı söylerken bir kez bile duymadığı Bergüzar Korel’le yolları nasıl kesişiyor, işte bunlar hep radyocuların yüzünden!

‘ÇOCUK ZEKÂSINDA LAFLAR İSTİYORLAR’

“2000’lerin başında şirketimi kurunca, artık bundan sonra şöhretli insanlarla değil, evinde oturan yetenekli insanlarla iş yapacağım diye bir hikâyeye başladım. Keremcem, Bedük, Gökhan Türkmen, Fuat, bunlar hep bizim şirketin işleri. Türkiye’de bu zordur, kimse ilgilenmez ünlü olmayanlarla. Hiçbir radyocu çalmaz. Ben o insanları nasıl meşhur ettim? 2000’lerin başında 2 radyocu arkadaşım, beğendikleri isimsiz işlere radyodan destek verirlerdi. O dönemde biz yılda 4-5 yeni star çıkartıyorduk. Sonra bir şey oldu, şimdi zorlasak son 5 senede 5 isim sayamayacağız. Bunun nedeni şu, radyolara enteresan bir şey yolluyorsun, radyonun müzik direktörünün sevdiği türün dışındaysa çalmıyor. Parlak adam çok, bu adamlar sesini duyuramıyor. Ya eller havaya olacak, ya ağlatacak, basit sözler… Geçen bir radyonun direktörü, ‘Aykut abi durum şu, hafif nameli, kırık, laflar da çocuk zekâsıyla bile anlaşılabilecek basitlikte olmazsa çalamıyorum radyoda’ dedi. Türkiye’nin en çok dinlenen radyolarından birinin müzik direktörü bu. Çok zor bir durum. Burada riske gireceksin, çalacaksın. Kimse risk almasaydı, Elvis Presley olmayacaktı, Beatles olmayacaktı.”

Bu sıkıntılarla uğraşırken, eşi Senem (Çapa) “Niye bir oyuncuyla yola çıkmıyoruz, yoksa isimsiz biriyle güzel bir iş yapacaksın ve yine kimse ilgilenmeyecek” gibi itiraz kaldırmaz bir önermeyle araya girmiş. Aykut Gürel bunu kısa süre önce verdiği bir başka röportaj sırasında da anlatmış.

“BENİMLE BU RÖPORTAJI YAPMAYACAKTIN’

“Arkadaşa dedim ki, Bergüzar Korel bu albümün solisti olmasaydı, sen bugün benimle röportaj yapmak istemeyecektin. Albümün solisti ünlü, o yüzden benimle konuşuyorsun. Duymayacaktın bile, ben sana duyuramayacaktım. CD’yi basın bülteniyle birlikte gönderecektim dinle diye, muhaberatta kaybolacaktı dedim. Böyle olacaktı, başka yolu yok. Ama ünlü bir isim olunca ‘Dur bir bakayım, ne yapmış bu’ dedirtiyor. “

Aykut Gürel’in bu sert solo’larından gazeteciler de nasibini aldı böylece. Fakat radyocular hâlâ sırasını savabilmiş değil. Albümü göndermemiş mesela radyolara. Ama anlatınca hak veriyor insan, zira kimse de arayıp istememiş. 90’ları bir kez daha özlemle anıyor bu anda. ‘Abi albüm hâlâ gelmedi’ diyen telefonları hatırlıyor.

‘RADYOCULAR HAVALI, YALVARMAMI BEKLİYORLAR’

“Hiçbir radyocu arayıp ‘Gönder de çalalım’ demedi. Korkunç değil mi? Havalılar çünkü, ben göndereceğim ve yalvaracağım çal diye. Mevzu buraya geldi. Yapımcılar, radyocularla arkadaş, dost, kanka olmak durumunda hissediyorlar kendilerini. Şarkıcılar albüm çıkartacak, 20 tane radyocuyu topluyor, barda parti yapıp şarkılarını dinletiyor falan. Tamam bunlar hoş şeyler ama bunun bir çıkar ilişkisi olduğunun farkına varalım. Dostluk başka mesele, bunun böyle yürümesi başka mesele. Bunlar sağlıklı ilişkiler değil. Radyocunun benden bu albümü istiyor olması gerekir. Ben de göndermedim daha, sırası gelmedi. 15 gün sonra gönderirim, canları isterse çalarlar. Ama şimdi ben böyle konuştum diye çalmayacaklar, bir de atarlanıyorlar, havalılar.”

Bu arada Türk radyoları henüz bihaber olsa da yurt dışında Türk dizilerinin gösterildiği ülkelerde albüme ilgi büyükmüş. Güney Amerika’da, özellike İspanyolca konuşulan ülkelerde dijitalde iyi sattıklarını, Bergüzar Korel bu işi yurt dışında sürdürürse şaşırmayacağını söylüyor.

Radyoların listeleri de problemli Gürel’e göre. Her ay en çok çalan 100 şarkı listesinde albümlerden tüm şarkıların olmasına itirazı var.

‘BÜTÜN ALBÜMÜ ÇALAMAZSIN’

“Tarkan’ın bütün albümü orada. Sıla’nın bütün albümü orada. Olmaz öyle şey. Tarkan’ın o albümünden bir tane şarkıyı çalacaksın ki, adam diğer şarkılarını merak edip para verip alacak. Sıla’ın bir şarkısını beğenip albümünü alacak. Ama hayır, bütün albümü bütün radyolar çalıyor.”

Amacımız 90’ları yüceltmek değil ancak Türk pop’unda şimdi olmayan zenginlik, çeşitlilik, adına ne derseniz deyin o dönemde vardı, bu gerçeği kabul etmeliyiz. Mesela yurt dışına satılan şarkılar. Üstelik google, youtube hatta e-mail yokken. İyi işler değerini buluyor ve satılıyordu. 15 şarkısını satmış Aykut Gürel, Hollandaca, Norveççe, İtalyanca, Yunanca okunmuş o eserler. Şimdi iletişim çağında olmamıza, teknolojik imkânların elverişliliğine, mesafeler kapanmasına rağmen bundan çok uzağız.

Madem 90’larda her şey çok daha iyiydi, neden bıçak gibi kesildi o dalga? Gürel’e göre 17 Ağustos depremi sonrası moralimiz bir daha düzelmedi.

‘ÜRETENE YARDIMCI OLUNMUYOR’

“Ülkenin ayarı kaçtı, tadı kaçtı, canı sıkıldı. O günden sonra toparlanamadı. Tam toparlanıyordu, 2001’de bir kriz patladı, 2003-2004’e kadar sürdü o. Zaten ondan sonra da biraz daha müteddeyyin, muhafazakâr bir iktidarın yönetimine girdik. Kültür sanat işleri arkada kaldı, ‘Önceliğimiz bunlar değil’ oldu. Düşünsene dijitalde sattığımız şarkıların üstündeki özel iletişim vergisi ve tüketim vergileri daha bu sene düşürüldü. Benim KDV oranım niye 18 hâlâ, kitabı düşürdün beni niye düşürmedin? Biz şarkı türkü satıyoruz, bununla yaşıyoruz. İnternette 4 liraya satılan şarkıdan eser sahibine 1.5 lira falan kalıyor, gerisi vergi. Ya yapma, bir şey üretiyor bu adam. Bırak üretsin, ona yardımcı ol.”

Evet tadımız pek yok ama dizilerimiz, yarışmalarımız, evlilik programlarımız var reyting rekorları kıran. Oturup izlemeye bayılıyoruz alıp dinlemeye yokuz. Bu durumu da “ters hareket” teorisiyle açıklıyor.

‘BEDAVA MEZAR BULSA GİRER HANGİ DİLDE VAR?’

“Dünyada özel radyolar yayına başladığında, müzik sektörünü yükseltti. Türkiye’de özel radyolar çıktı, sektör çökme noktasına geldi. Herkes CD almayı bıraktı. Gezegenin neredeyse tamamındaki eğilimlerin tersine hareket. “

‘Pahalı mı?’ diyecek oluyorum, hemen müdahale ediyor.

“Yok öyle bir şey. Bir paket sigara parasına CD satılıyor. Bizim fıtratımızda bu var. ‘Bedava mezar bulsa girer’ hangi kültürde, hangi dilde böyle bir atasözü var. ‘Kızı başıboş bırakırsan ya davulcuya ya zurnacıya gider’ de yok mesela. Müzisyene, müziğe bakışımız bu. Daha ilginç bir şey söyleyeyim, dünyanın her yerinde DJ’ler bir zaman sonra dünyanın en meşhur prodüktörleri haline dönüştü. Müzisyenlik temeli olmayan adamların hemen hemen tamamı. Bizde ise iyi müzisyenlerin tamamı DJ’e dönüştü. Çok acayip bir durum, yine ters hareket. Burada olup biten şeylere bazen akıl erdirmek mümkün değil. Tabii ki download, streaming yapabilmenin müziğe etkileri oldu. Ama müzik öldü bitti, para kalmadı gibi söylemler gerçekçi değil. İngiltere’de geçen yıl müzik sektörü 4.1 milyar pound (17 milyar lira) kazanç yaratmış. Sektör tabii ki şekil değiştirdi, örneğin Japonya’da fiziki üretim artık neredeyse sıfır. Ama bu değişimin her ülkede farklı tezahürleri olurken bizde ‘Bedavaysa niye para verelim’e dönüştü. Dünya illegal paylaşımlarla bir sallandı ama bunu halletti, biz hâlâ uğraşıyoruz. Halbuki daha demokratik bir şey olmalıydı. Eskiden yapımcıyı ikna etmek zorundaydın. Şu an öyle bir şey yok, şarkını yapıyorsun, Youtube’a koyuyorsun, eğer gerçekten iyiyse biri buluyor onu. Ondan sonra yapımcı senin üstüne geliyor, gel albüm yapalım diye. Bizde ise ters yürüyor işler.”

Özeti, doğru müzik var, onu alacak doğru kitle de var. Ama bu ikisi buluşmakta güçlük çekiyor. Yani ortada yine bir terslik var. Durum böyle olunca ‘tersliği’ uzmanından dinlemek gerekiyor.

‘SATIN ALACAK ADAMA YAPILMIYOR MÜZİK’

“Yıllardır çok duyduğum bir şey var, ‘Abi ben Türkçe müzik dinlemiyorum’ diyor mesela. Bunu diyen adam gelir düzeyi yüksek kesimden. Şimdi benim CD satacağım adam o. Sigarayla aynı fiyat ama gelir düzeyi düşük olan para verip almıyor o CD’yi. Ben öyle şeyler yapıyorum ki, o para vermeyecek adama yapıyorum müziği. O da almıyor, sonra da kimse müzik almıyor diyorum bu sefer.”

‘OMURGASIZ BİR MÜZİK ZEVKİM VAR’

Aykut Gürel ne dinliyor diye merak edeniniz varsa… Bence etmeyin, sadece müzisyenliğinin yanında pilotluğunun da olduğunu bilin ve hayal gücünüzün sınırlarını gökyüzüne göre belirleyin. Kendisi “Benim müzik zevkim bazen bana da çok karaktersiz geliyor, omurgasız bir müzik zevkim var” dese de, ben bu hercailiği onun uçma tutkusuna bağlıyorum.

PİŞMANLIKLARI VE KISKANÇLIKLARI

Yaptığı için pişmanlık duyduğu tek bir albüm varmış, şarkıcının ismi bizde saklı, “Keşke yapmasaydım” diyor. Kimse ‘Niye yaptın?’ dememiş ancak o çok manasız olduğunu düşünüyor. Onun dışındaki tüm işleri için de “Keşke bir daha yapsaydım. İyinin düşmanı daha iyisini yapmak” noktasında. Kendi yaptığı işleri kıyasıya eleştiren bir müzisyen ama bu kategoriye “Keskin Bıçak”, “Yalnızlık Senfonisi” gibi büyük yapıtlar dahil mi, bilemiyorum.

Bir de ‘Keşke ben yapsaydım’ dediği işler var. Bülent Ortaçgil’in ilk albümü “Benimle Oynar mısın?” onun en büyük kıskançlığı mesela. Ama “Kıskanmaya da hakkım yok. Neşet Ruacan, Emin Fındıkoğlu, Onno Tunç var orada. Öyle kıskanırım işte, o kadar” diyor sadece. Yeni jenerasyondan ise Pinhani albümlerinde gözü. Çok yapmak istermiş, Sinan Kaynakçı’yı da çok beğeniyor, çok başarılı bir şarkı yazarı ve solist olduğu görüşünde.

‘İSTANBUL’LA ANLAŞAMIYORUZ’

Son 3 yıldır yarı İstanbul yarı Bodrum’da yaşıyor. Aslında gönlü Bodrum’da ama iş ve çocuk durumundan dolayı bir ayağı İstanbul’da olmak zorunda. Bu kararı aldığında “Gitme, dönersin” diyen arkadaşları çok olmuş. Ancak artık onlar da normalin, Bodrum’daki hayat olduğunu kabul etmişler. İstanbul’la anlaşamadığını, burada ise nefes aldığını söylüyor. “Bodrum da artık sayfiye değil, şehir görünümünde ama kararında. Bir süre sonra tadı kaçarsa başka yere gideriz, dert olmaz. Ama İstanbul artık olur gibi değil” diyor.

Çok hızlı konuşuyor fakat hiç boş konuşmuyor. Kısa bir diyalogla bile müzisyen kimliğinin altında bir de mühendislik kafası olduğu hemen anlaşılabiliyor. Bilmeyenler için, aslen makine mühendisi kendisi.

Başta dediğim gibi, çok doluydu, anlattıkça anlattı. Konuştuklarımızın neredeyse yarısı dışarıda kaldı. Ama daha da bitmedi! Zira geçen hafta iki büyük yıldız ayrıldı aramızdan. Dünyaca Prince’i, memleketçe Attila Özdemiroğlu’nu uğurladık sonsuzluğa. Aykut Gürel’e Attila Abi’sini sormadan olmazdı, telefonla ekledik.

VE ATTİLA ÖZDEMİROĞLU…

“Hayatımda tanıdığım en zarif, en kibar insandı. Bizim zamanımızda usta çırak ilişkisi vardı. Benim ustalarım Attila’dır, Onno’dur, ikisi de rahmetli oldu. Biz onlardan bir tek nasıl müzisyen olunduğunu öğrenmedik. Müzik bilgisini, armoniyi, nasıl yazılırı değil sadece. Nasıl oturulur, nasıl kalkılır, bir star’la nasıl konuşulur, nasıl orkestra şefi olunur. Müzisyenlere nasıl davranılır. Telif hakları meselesi nedir, hepsini öğrendik. Attila Abi gerçek bir entelektüeldi. Sadece müzisyenliğinden, dehasından bahsetmek ona haksızlık. Müzisyenliği kadar büyük emekleri de olmuştur sektöre. Ben Apple cihazla ‘bilgisayar destekli müzik’ dediğimiz şeyi ilk Attila Abi’de gördüm, o anlattı bize. Bilgisayarı getirip de Türkiye’de müzik yapmaya çalışan ilk adamdı. İşin hem teknoloji tarafını, hem mevuzat tarafını takip et, bu arada beste yap, hem de iki üç tane enstrüman çal… Biz bunun son örnekleriyiz, bizden sonra bunların tamamına hâkim, tamamını bilen, merak ve saygı duyan öyle bir kuşak gelmiyor maalesef. Ve bu yeni kuşak da bizi beğenmiyor işin kötü tarafı. Olayın kıymetini kavrayamamışlar.”

MüzikOnair Köşe Yazarı Aykut Gürel ile yapılan röportajı okudunuz…

Kaynak : CNN Türk | Umut Alphan

Exit mobile version