Site icon Müzikonair

Şant Nişanyan Müzikonair’a Konuştu: Sanata ve Üretime Sığındım

Merhaba Müzikonair’a hoş geldiniz öncelikle sizleri daha yakından tanıyabilmemiz için biraz kendinizden bahseder misiniz? Ayrıca isminizin anlamı nedir?

Merhabalar, hoş buldum. Teşekkür ederim bu röportaj için. Ben Şant Nişanyan, 1993 İstanbul doğumluyum. Akademik hayatım, Esayan İlköğretim okulunda başladı daha sonrasında Pera Güzel Sanatlar Lisesi ve Işık Üniversitesi Endüstri Ürünleri Tasarımı ile tamamlamış oldum. Çocukluğumdan beri, müzik, resim ve kuyumculuk dahil üretime dair çoğu sanatsal faaliyetler hep hayatımda oldu. Genel olarak günlük görünümümün aksine, duygusal yönümün ağır bastığını söyleyebilirim, detaylara fazla takılan biriyimdir. Bu bazen hayatımı zorlaştırıyor tabii ama yapacak bir şey yok. (Gülüyor) Araştırmayı, yeni şeyler öğrenmeye bayılır, her gelişmeyi mutlaka takip eder ve bilim aşığıyımdır. Ayrıca çocukluğumdan beri de sporla ilgilenirim. Şant ismi de Ermenice “Yıldırım” anlamına geliyor.

İçinde bulunduğumuz pandemi süreciniz nasıl geçiyor neler yapıyorsunuz?

Bu dönem hepimiz için zor geçiyor maalesef. Hepimiz gergin, mutsuz ve donuk vaziyetteyiz. Ekonomik sorunlarımız ve gündemimize bağlı belirsizlikler yetmezmiş gibi sosyalliğimiz de elimizden gitti. Zaten, normal şartlarda da evimde, stüdyomda bulunmaktan keyif alan bir insanım ama bu negatif durumların oluşturduğu boşluğu görmezden gelmeye çalışarak, daha fazla üretimle, müzikle, sporla, ailemle vakit geçirmeyle ve film/oyun gibi uğraşlarla kapatmaya çalışıyorum.

 Müzik ile nasıl tanıştınız?

Ne desem biraz klişe bir cevap olacak ama özetlemek gerekirse 2-3 yaşlarımda ailemin bana aldığı küçük org ile, televizyonda duyduğum müzikleri çalmamla başladı. Tabii bunu fark eden ailem, yaşım ilerledikçe orgun da boyutunu büyüttüler, 5-6 yaşlarımda küçük boyutlu bir çocuk gitarı aldılar, bu sayede ben de kendi kendime müzikal algımı ve kabiliyetimi daha fazla geliştirebilme imkânı buldum. O dönem çıkan şarkıları, Süper Mario dahil oynadığım tüm video oyunlarındaki, izlediğim filmlerdeki, reklamlardaki müzikleri hep hevesli bir şekilde çalmaya çalışırdım.

Bunlarla beraber ilerleyen yıllarda, ilkokuldaki müzik öğretmenim, bendeki müziğe karşı olan ilgimi fark etti ve kendi düzenlediği gitar kurslarına dahil etti. Bu sayede ilk profesyonelliğe adım atmış oldum. Bu yolculukta kişinin müzikal gelişimi için kendi ilgisinden çok ailesinin verdiği destek de kilit role sahip. İmkânları oldukça bana daha profesyonel enstrümanlar aldılar ve müzik kursları almama vesile oldular. Bu sayede belli bir müzikal seviyeye daha hızlı ve kolay erişebiliyorsunuz. 7-8 yaşlarımda kendi kendime kulaktan Beethoven’in Moonlight Sonata’sını çalmaya başlamıştım, bunu gören ailem de şaşkınlıkla desteklerini arttırdı.

Yazları hep gitarımı kapıp, yakın arkadaşlarımı da toplayıp ada sahillerinde şarkılar söylerdim, bu bizde gelenek haline gelmişti. Daha sonraları yakın müzisyen arkadaşlarımdan oluşan 3 kişilik bir grup oluşturduk, yazları ada kafelerinde ve çeşitli etkinliklerde sahne aldık, çok keyifli zamanlardı, fakat sonrasında dağıldık. Tek başıma gitarımla mekânlarda sahne almaya devam ettim. Lise zamanım sanatsal gelişimimde kilit rol oynadı, resim bölümü öğrencisi olmama rağmen her boş anımda müzik bölümünde piyano çalardım, eğer hevesli ve öğrenmeye açıksanız, bu tarz sanatsal okullar her alanda gelişmeniz için size çok etkili bir zemin hazırlıyor. O dönem, hep okulun verdiği piyano kurslarına dahil oldum. Eğitimlerime klasik müzik ile başladım, Beethoven ve Chopin hayranıyımdır. Yaptığım işlerde klasik müzik etkilerini görmeniz mümkün. Aslında günümüz müzik türlerine baktığımızda, temelinde, her şeyi Klasik müziğe borçlu olduğumuzu görürüz. Müziğin bir büyüsü olduğunu ve çok kuvvetli bir anlatma biçimi olduğunu düşünüyorum. Kelimelerle tarif edilemeyen duyguları, evreni, doğayı ve hayatı anlatıp sizi günlük koşuşturmacalardan, günün stresinden uzaklaştıran evrensel bir güç bence. Bunun da icracısı olmaya çalıştığım için benim için ayrıca değerli. Günümün hemen hemen her anında kulaklığımdan müzik asla eksik olmaz. Şu an, çalmayı yeni öğrendiğim, mey ailesinden olan düdük, piyano, gitar ve perküsyonlardan cajoon çalıyorum.

Sosyal medyada yer alan coverlarınız çok başarılı sesiniz çok düzgün sakin bir ses tonunuz var. Böyle bir proje yapmak nerden aklınıza geldi. Albüm ya da tekli şarkı çıkarmayı düşünüyor musunuz?

Çok teşekkür ederim, var olan şarkıları farklı bir kulakla dinliyorum, farklı bir perspektifte görüyorum ve “ya bu şekilde olsaydı?” ,”ya bu şekilde okunsaydı nasıl olurdu?” diye düşünüp çalışmalara başlıyorum. Yaptığım işlerde olabildiğince detaylara takılıp müzikal kaliteye önem vermeye çalışıyorum, bu da o coverı sıradanlıktan uzaklaştırıp farklı bir işe dönüştürüyor. Bunlara takılmam bazen şarkının yayınlanmasında gecikmeye sebebiyet verebiliyor maalesef. Albüm veya tekli çalışmaları düşünüyorum tabii, içime sinene kadar binlerce eleme ve düzenleme ile oluşturduğum söz ve müziği bana ait olan şarkılarım var. Fakat bu konuda aranjesinden tutun her bir nota detayına kadar fazlasıyla titiz çalıştığım için maalesef vakit alıyor.

Bu arada müzisyenlik dışında, resim, film, senaryo yazımı, kuyumculuk, yönetmenlik, kısa film ve oyunculuk gibi birçok alanda çalışmalar yaptığınızı biliyoruz. Adeta on parmağınızda on marifet var. Peki hepsine birden nasıl yetişebiliyorsunuz?

Haklısınız yetişmek gerçekten zor, sadece müzik alanında faal olsaydım daha fazla içerik ve daha hızlı üretim yapardım diye düşünüyorum.

Baba mesleği olan kuyumculuk alanında da kendimi olabildiğince geliştirdiğimi düşünüyorum ve şu an firmamızın diğer işleri yanı sıra çoğunlukla 3 boyutlu çizimler ile üretim kısmındayım. Bu serüvenim de 11 yaşımdan 19 yaşıma kadar yaz aylarında kuyumculuk firmalarında çırak olarak çalışmamla başladı. Yani diyeceğim o ki, günümün büyük bir çoğunluğu işlerin yoğunluğuna göre kuyumculukla geçiyor. Onun dışında, yaklaşık 5 yıl önce hiperrealist tablolar çalışmalar yapar satardım fakat bir süredir onlara da ara verdim. Şu sıralar resim ile alâkalı ara sıra sipariş üzerine minyatür resim yapıyorum.

Daha çok slow cover şarkılarınız ile sizi tanıdık ve sesiniz gerçekten slow şarkılara çok yakışıyor. Peki hareketli şarkı söylemeyi de düşünüyor musunuz?

Çok teşekkür ederim tekrardan, tabii ki düşünüyorum. Fakat en hareketli şarkıyı bile söylerken dramatize edip şarkıyı efkârlı hale getirme gibi bir huyum var maalesef. Ondan sonra madem bu şarkı bu hale geldi o zaman neden var olan slow şarkılara devam etmiyorum diyorum. Bir gün hareketli ve neşeli olan bir şarkıyı, slow ve duygusal söyleme düşüncem var, bakalım linç yiyecek miyim?

Bir de kısa filminiz vardı. Kısa film çekme fikri nasıl gelişti? Devam etmeyi düşünüyor musunuz? İleride yeni film projelerinizde olacak mı?

Evet, son zamanlarda kısa filmimi, çekimleri hariç fazla amatör bulduğum için yayından kaldırdım. Fakat bazı video platformu olan yan sitelerde filmin hâlâ mevcut olduğunu görüyorum. Yayınladığım dönemde 3-4 ayda 500 bin izlenmişti ki o dönem gerçekten iyi bir izlenimdi bu, açıkçası hiç beklemiyorduk. İşin aslını anlatmam gerekirse, bu filmden önceki çektiğimiz filmimden bir televizyon kanalı etkilenmişti ve kanalında yayınlamak istedi.

Dedim ki madem televizyonda yayınlanacak neden daha profesyonelini çekmeyeyim? Daha sonrasında oyuncu olmayan birkaç yakın arkadaşımı toplayıp bir film çekelim dedik, konumuzu belirledik ve 1 ay kadar bir sürede de bitirdik. O zamandan beri de müzik klibi oyunculukları hariç, kısa filmle alâkalı faaliyetleri askıya aldım, bunlar oldukça meşakkatli ve bir o kadar da prodüksiyon/zaman gerektiren işler. Şimdilik bir kısa film düşüncem olmasa da ilerleyen zamanlarda bunu, bir müzik klibimde uyarlamayı düşünüyorum.

 Televizyonda yayınlanan şarkı yarışmalarını nasıl buluyorsunuz? Katılmayı düşündüğünüz oldu mu hiç?

Açıkçası çevremdeki tanıdığım veya tanımadığım insanlardan katılmama dair çokça istek aldım fakat katılmayı düşünmemem için birkaç sebep var.

Birincisi, müzik yarışması programlarının katılan yarışmacı için adil zeminler hazırlandığını düşünmüyorum, her şarkı söyleyenin ses tonuna göre belirlenmeli şarkı. Eşleşmelerde aynı şarkıya 1 tenor ses (ince sesli erkek) ve 1 bass /bariton ses (orta veya kalın sesli erkek) ekleyip aynı nakaratı paylaştırırsanız (ki genelde yapılan bu), yarışmayı kimin kazanacağı, şarkıyı kimin tonuna göre çaldığınızla doğru orantılı olacaktır. Bass/bariton sesin yüksek çıkarak alkış aldığı sesler, tenor için orta tonlar kalacaktır, bu yüzden de sesi sönük kalacaktır. Düet için yazılmamış şarkılarda kadın ve erkeğin aynı nakaratı paylaşmalarından bahsetmiyorum bile, bu da yetmezmiş gibi, bir de 3-4 kişilik eşleşme görüyoruz. Adil olmayan bir zemin anlayacağınız.

İkincisi, ilk katılan yarışmacıların seslerinin çok başarılı olmasına gerek yok, fakat takıma alım döneminin sonuna denk gelen yarışmacıların, seçilip seçilmemesi, jürilerin takımının doluluk oranına bağlı, sırf bu yüzden, yine seçilmeyerek onurları ve hevesleri kırılan çokça yarışmacı gördüm.

Üçüncüsü, bir sesin sadece bir şarkıyla kendisini gösterebileceğini düşünmüyorum. Çok başarılı bir ses olsa bile, sesine yakışmayan bir sesle etkili duyulmayacaktır, ilk takımlara alınma döneminde parlayan sesler sonraki dönemlerde başka yarışmacılarla beraber söyleyecekleri şarkılarda sönük kalmasının diğer bir sebebi de bu.

Dördüncüsü ve sonuncusu, programın müzikaliteden çok eğlence programı olmasıdır. Eğlence programı olarak çok başarılı, orkestrayı da başarılı buluyorum, fakat müzikal anlamda konuşulan sadece ” detone oldun, olmadın, bana geçti, geçmedi, başlarda sallandın” gibi cümlelerden ibaret. Geri kalan şeyler, şakalar, espriler ve yarışmacının kendisini seçmesi için jüri üyelerinin vaatleri ve birbirleriyle kapışması. Ayrıca, teknik hatalar dışında sesin, birkaç jürinin beğenisiyle güzel veya kötü diye belirlenmesini doğru bulmuyorum. Yarışmacı psikolojisini de düşünmek gerekir, dönülmediği zaman, sesinin kötü olduğunu düşünüp onuru ve hevesi kırılabilir. Çok beğenilen bir sesi başkaları beğenmiyor olabilir, bu çok doğal bir durum.

Evet, mutlaka televizyona çıkmak kendi reklamı için bir adım oluyor, fakat yine de kendisini göstermek ve bir yerlere gelmek isteyen başarılı müzisyenlerin, doğru zamanla doğru projeler ile yetenekleriyle beraber bir yerlere geleceğini düşünüyorum. Bir şekilde zamanla dinlenir ve bir yerlere tutunur. Umarım açıklamam yeterli olmuştur.

Kendinize belirlediğiniz mesleki bir hedef var mı?

Bu soru esasında karşıma çıkacak fırsatlar, imkânlar ve zamanla netleşecektir, fakat şimdilik düşüncem şu an olduğu gibi, kuyumculuk ile müzisyenliğin beraber devam etmesi yönünde.

Örnek aldığınız ve düet yapmak istediğiniz sanatçılar var mı?

Şimdilik düet yapmak istediğim bir sanatçı yok. Fakat Türk müziğinde, özellikle kalemini örnek aldığım ve söz-müzik yazım tekniklerini öğretici olarak benimsediğim birkaç sanatçıdan ilki kesinlikle Sezen Aksu’dur. Zaten diğerleri de Sezen Aksu’nun çalıştığı ve yolunun kesiştiği sanatçılardan; Onno Tunç, Atilla Özdemiroğlu, Ara Dinkciyan, Aysel Gürel ve Yıldız Tilbe… Onun dışında müziğinden etkilendiğim diller, Yunanca, Arapça, Ermenice, Azerice, İspanyolca, İtalyanca, Fransızca, Portekizce ve İngilizce.

Son olarak Müzikonair okuyucularına ve sizi sevenlere neler söylemek istersiniz?

Öncelikle çok teşekkür ederim bu röportajı okudukları için, sevgisini ve beğenisini kazandığım her insan benim için çok kıymetli. Onları duygusal anlamda ortak paydada buluştuğumuz kişiler olarak görüyorum. Yapılan her olumlu geri dönüş beni mutlu ediyor ve bu işi doğru yaptığımı düşünüyorum. Yapıcı olan olumsuz geri dönüşler için de teşekkür ediyorum çünkü bu da eğer eksiğim varsa, bunları fark edip, gelişmemde katkı sağlayabiliyor.

İçinde bulunduğumuz dönem, maalesef herşeye hevesimizin azaldığı, ümitsizliğin hâkim olduğu ve gençliğimizin kaybolduğu bir dönem. Gerek ekonomik gerek ruhsal çöküntüler bizi bunalıma sürükledi, ben şahsen bu durumlardan kaçış için sanata ve üretime sığındım.

Bu, biraz daha bu durumu görmezden gelmeme ve olumsuzlukları azaltmamda yardımcı oldu. Bu konularda tavsiye vermek bana kalmaz tabii ki ama bu gibi can sıkıcı durumlarla başa çıkmak için herkesin kendi kaçamak noktaları olduğunu düşünüyorum, illa sanat olmak zorunda değil, bunlar, yaşamı daha keyifli hale getirecek herhangi bir uğraş olabilir. Eğer elinizde yoksa veya hali hazırda uyguladıklarınızdan sıkıldıysanız, mutlaka yenisini yaratmaya çalışın, arayın ve bulacağınızdan emin olun. Bu günleri de atlatacağız, sadece biraz sabretmek zorundayız. Biraz daha bu cümlelerle devam edersem sanırım seçim konuşmasına bağlayacağım. Neyse, lafı daha fazla uzatmadan, değerli vaktini ayırıp okuyan, bu röportajın gerçekleşmesini sağlayan, yayında ve yapımda emeği geçen herkese teşekkür ederim, sevgiyle, müzikle ve sanatla kalın. Herkese iyi, sağlıklı ve keyifli günler dilerim.

 

Exit mobile version