Müzik sektörü pandemiyle birlikte iyice zıvanadan çıktı.
Online konserler tutmadı. Zaten hep söylemiştik. Normal konserlerin yerini alamaz diye alamadı…
Ekmek parası dahi bulamayan, ekonomik bunalım yaşayan, psikolojisi bozulmuş hatta İntihar eden müzisyen haberleri gündemden düşmez oldu.
Her gün onlarca şarkı çıkarken müzik kalitesi yerlerde dolaşmaya başladı. Kaliteli eserler aradan sıyrıldı belki ama bu kalabalık ortam gürültüye neden olmaya başladı. Dinleyiciler artık ne dinleyeceğini şaşırdı.
Sanatçı diyoruz ama şarkıcı demek daha doğru çünkü yüzde kaçı gerçek sanatçı hesaplamak lazım…
Online müzik mağazalarına ne demeli? Listelerde manipülasyonlar, dini değerlere saygısızlıklar, çocukların girdiği platformlarda küfrün biri bin para içerikler, daha neler neler…
Anonim eserlerimize Universal gelip lisansladı bir de şarkılarımızı… Oh ne güzel. Telifler ABD’ye kaçtı. Kendi müziğimizi koruyamadık. Kültür erozyonu yaşıyoruz ama bunu denetleyebilecek veya konuyu anlayabilecek çözümleyebilecek bir kurumumuz dahi yok. Uzman bilirkişiler, meslek birlikleri sessiz.
Müzik şu an yabancıların kontrolüne tamamen geçmiş durumda.
Bir şarkı yaptınız ve lisanslıyorsunuz. Mecburen bir firma ile bunun çıkışını yapacaksınız. ‘’Ben bağımsızım firmaya ihtiyacım yok’’ deseniz de bir distribütör kullanacaksınız.
Bu distribütör yerli de olsa yabancı da olsa teknik altyapı ve anlaşmaları gereği her halükârda yabancı distribütöre yüzdelik pay vermek zorundasınız. Başka türlü hiçbir müzik mağazasında şarkınız çıkmaz.
Şu an bildiğiniz tüm Türk müzik şirketleri de yabancı şirketlerin altyapısını kullanıyor. Yani etiketiniz Ali müzik, Veli müzik olsa da günün sonunda MR. Ve MRS. Brown’lar payını alıyor siz hissetmeseniz de…
Müzik mağazaları da zaten hep yabancı. Yani siz müzik yapıyorsunuz. Ama yabancılar sizin her kazancınızdan payını alıyor hem de güzel bir pay alıyor.
Neyse geçtik bunları…
Sanatçıları kandıran PR’cılar, yapımcıyı dolandıran aranjörler, başkasının bestesini araklayan besteciler, başka kliplerden taklit yapan yönetmenler, usulüne uygun telif toplayamayan meslek birlikleri, müzik gündemini takip edemeyen müzik direktörleri, vergi kaçırmaya çalışan yapımcılar, kariyer planlayamayan menajerler, kötü alışkanlıklara sahip ve kötü örnek olan fenomenler, şu an Türkiye müzik endüstrisinin yapı taşlarını bu rollere sahip insanlar oluşturuyor. Tabii ki görevini layıkıyla yapan meslektaşlarına zerre kadar lafım yok onlar baş tacı… Lafımı yanlış yerlere çekmeyin ne demek istediğimi iyi anladınız…
Önceden radyo ve televizyonlara para verip şarkınızı patlatırdınız. Şimdi dijitale bütçe ayırarak ilerliyorsunuz. Ama nasıl öbür tarafta rüşvet çarkı dönüyorsa burada da haksız rekabet ortamı mevcut.
Telegram ve WhatsApp gruplardan şarkı pompalanıyor. Yorum grupları, beğeni grupları, izlenme satın almalar, yalandan listelere girmeler… Daha niceleri…
Abi organik diyorsunuz aynı yumurtanın altına saman koyunca organik izlenimi gösteren marketçiler gibi beğeni yorum ve takipçi satın alıyorsunuz, görüntüleme ve izleme satın alıp istatistiğinizi bile şişiriyorsunuz… Şaka gibi demi… İstatistik sunuyor ‘’waaaoww’’ diyorsunuz ama sahte hepsi :)
Gerçekten tam organik olsun deyince de ‘Aaa ne kadar az izlenmiş ne kadar az takipçin var’deniyor… Önemsenmiyorsunuz… Herşeyin sahtesini görmek ve şişmiş rakamları görmek hoşumuza gider oldu.
Sonuç itibariyle Türkiye’de müzik sektörünün itibarı çok düşük. Bu da global arenada hiçbir sanatçımızın başarılı olamadığı ile gözler önüne seriliyor zaten. İstatistikler ortada… Maalesef henüz dünya çapında iz bırakabilmiş bir eserimiz yok. Türk müziğini Futboldan örnek vererek açıklamak gerekirse adeta dünya çapında San Marino’yuz, Lüksemburg’uz, Malta’yız…
Ne yapılmalı hususunda çok önerim var ama hiçbirine uyulmayacağı için uğraşamayacağım ama bazı gerçekleri görün diye bunları yazdım… Belki herkes üzerine düşen sorumluluğu almak ister…
Dost acı söyler diyerek yazımı tamamlıyorum… Hadi eyvallah…
Özcan Beylan | MüzikOnair