Zaman Denen Kalleş

Zaman hızla akıyor. Düşünüyorum da, eskiden bu kadar hızlı değildi. Hatta geçmemesinden şikayet eder dururduk ablamla. Tabi çocuk yaşlarda…

Teknoloji ilerledikçe, hayat, köklü değişikliklere sahne oldukça, bizler de zamanı tutamaz olduk.

Bir kere herkes, herkese rahatça ulaşır oldu. Bana en saçma geleni de bu ya… Herkes bir klavye delikanlısı. Sanki her insan birbiriyle dost, kardeş hatta akraba. Yalandan samimiyetler, yalandan iltifatlar, hakaretler… Sanal saçmalıklar işte… Aslında hepsi birer ilizyon. Yoklar ama varmış gibi davranıyorlar. Ne acı… Deliler, ama deli olduklarının farkında bile değiller.

Hızla akan zamanın, hızla kaybolan gençleri, gençlikleri…

Telefon ve bilgisayar başında, heba olan, oluşmamış beyinler…

Hep söylerim, bizler bu dünyada birer zerreyiz, diye.

Çok da abartmamak lazım sahip olduğumuz titrleri, güzellikleri, şöhreti, parayı, pulu…

Hepimizin gideceği yer aynı… Bunların hepsi gelip geçici… Yani panik yapmaya gerek yok. Kıskanmaya, dedikodu yapmaya, birbirimizi kırmaya, üzmeye hiç gerek yok. Sadece hayatı; en güzel, en huzurlu, en ağrısız ve sancısız şekilde yaşamak var… Buna odaklanmalıyız. Hatalar denizinden tez vakitte çıkıp, üzerimize yapışan tuzları silkeleyip, onlardan hızla kurtulmalıyız. Kısa olan yaşamın tadını çıkarmalıyız. Fazla düşünmeden…

Bense, işte bu “zaman” denen kalleşin içinde sıkışıp kalmışken, yazamaz çizemez, notalarımla kavuşamaz oldum. Oysa yıllar evvel; herşey, her an, her duygu, saçma dahi olsa, şiir olarak gelirdi kağıdıma. Melodilerimle süslerdim şiirlerimi, yarı farkında ya da yarı farkında olmadan…

Şiir vardı hayatımda, şarkılarım vardı, müzik vardı, dostlar vardı, duygular vardı, gerçekliğini yitirmeyen… Ne oldu sahi, nereye savrulduk? Ben neden kendimi kaybettim bu kadar? Nasıl bu kadar kaybolduk?…

En büyük etken, kalbim tabi… Yanımdan bir saniye dahi ayrılmayan, o akıl almaz, merhametim… Sonra, iş yapmaya çalıştığım insanlar yok mu o insanlar; kandırmaları, yalanları, umutlandırmaları yok mu… Soğuttu beni, kalemden, kağıttan, müzikten ve herşeyden…

Şükür ki, tiyatro girdi hayatıma, ilaç gibi… Yenilendim, kendimi buldum sahnede… O tiyatro tozu yok mu hani, o toz… Tüm pisliklerin üzerini örttü. Üfledim çirkin yüzlerine, o çok konuşanların…

Boğdum onları, tek nefesimle…

Yavaş yavaş ayaklanıyorum artık. Acılarımı içimde saklıyor, köklerini salıyorum kalbime, zamanı gelince budamak üzere…

Zaman beni ele geçirmesin istiyorum. Yenmesin beni… Ben hiç yenilmedim ki… Yenilmiş gibi göründüğüm zamanlarda dahi ayaktaydım, dimdik.

Şimdi diyorum ki; biraz daha şarkı söylemek lazım.

Gözlerimi kapatıp, ufak ufak mırıldanıyorum. Aklıma yazdığım şarkılar geliyor. Onlara yaslanıyorum. Ne güzeller… Ne kadar da bana benzerler… Varlar, çok gerçekler ama hala asıl yüzlerini tanımıyorlar. Benim derinimi, kalbimi bilmiyorlar…

Ama bu hızla akan zaman, hepimize iyi gelecek. Biliyorum. Hep inandım, yine inanıyorum…

Tanıdık , tanımadık, herkes tarafından;

Sırtım ne ki, göğsümden, tam da kalbimden vurulsam da, defalarca ağır yaralar alsam da; iyileşmek ve ayağa kalkmaktır, benim diğer yanım…

Kolay kolay pes etmem ben, beni bilirsiniz…

Kırılsa da kanadım, olmadı nefesimle uçarım…

Her karanlığın sonu aydınlıktır ya hani,

Ben karanlığımı, dualarımla aydınlatırım…

Ece Gürsel | MüzikOnair

Exit mobile version