Radikal Blog yazarlarından Fırat Özdemir, Fıratın Blogu sayfasında başarılı radyocu İrfan Aslanhan ile hoş bir röportaj gerçekleştirdi!..
İŞTE O RÖPORTAJ!..
Uzun süredir, başarılı bir şekilde yürüttüğünüz radyoculuk ve oyunculuk serüveniniz nasıl başladı?
“Çocukken başladım.” lafına çok gülüyorum. Fakat dönüp baktığım zaman, ben de bu işe çocuklukken başladım. Bazı şeylerin oluru budur; çocukluktan başlamak gerekir. İlkokulda öğretmenim sayesinde Ali Poyrazoğlu Tiyatrosu’nda tiyatro eğitimi aldım. Bu tiyatro, ortaokul döneminde de devam etti. Lisede kız arkadaşım radyo ile ilgileniyordu. O müzik kutusunun içerisinde olmak ise benim hayalimdi. Annemler hala daha anlatır mesela; küçükken radyoyu sırf ben bulamayayım diye saklarlarmış. Çünkü gece yorganın altına o radyo ile girer, sabah ise uykusuz bir şekilde okula gidermişim.
Peki, kendinizdeki yeteneği tam olarak keşfettikten sonra, “Eğitim illâ da şart!” diye düşünüyor musunuz?
Konservatuara girene kadar, eğitim şart diye düşünüyordum. Ama konservatuara girdikten sonra fark ettim ki, eğitim kurumları sadece bir araç, amaç değil. O yetenek zaten var ise, insan kendi de çalışarak onu törpüleyebilir. Tabi ki eğitim şart. Ama dediğim gibi, okullar yeteneğin olan bir konuda eksiklerini tamamlaman için sadece bir araç. Mesela ben Haliç Üniversitesi Konservatuarı Tiyatro Bölümü’nden 8 yıl sonra bu yıl mezun oldum. Sağolsunlar, mezun olmamda hocalarımın katkısı büyük.
Alem FM’de yapmakta olduğunuz programın ismi nedir? O ismin bir çıkış hikâyesi var mı?
Alem FM’de yapmakta olduğum programın ismi; “Radyo Makinası”. Aslında bencillik yapmadan bu mesleği yapmak için yola çıktım. Ve programımda benim ismim geçmiyor. Ben radyoculuğun mesleğine aşığım. “Radyo programında sadece ben anılayım, sadece ben ön planda olayım.” gibi bir ego içerisine girmeden bir isim koydum. Radyo Makinası ismi ise 2006 yılında Okan Bayülgen ile yaptığımız Televizyon Makinası programından geliyor. Hayallerim doğrultusunda böyle bir isim oluşturduk. Sağolsun, Okan Bayülgen’de bu ismi desteklemişti. Hala daha Alem FM’de Radyo Makinası olarak devam ediyor.
Bir de lâkabınız var. “Dada Velet” diyorlar size.
Evet, lakabım o. Radyoya, bana bir paket geldiği zaman paketin üzerinde, “Dada’ya verilecek.” yazıyor.
“Dada Velet” nasıl ortaya çıktı?
Benim televizyon programımın ismiydi “Dada Velet”. Radyoda da bana “Velet” derlerdi. O zamanlar lisedeyim. Liseden çıkıp radyoya geliyordum ve herkes “Velet, şunu getir, bunu götür.” modundaydı. Televizyon programı yapacağım zaman, programa bir isim arıyorduk. “Velet” olsun mu? diye düşündük. Ben eksik kalacağını düşündüğümden, bir şeyler araştırmaya başladım. O dönemlerde de konservatuarda, “Dramaturji” dersimiz vardı. Sanat akımlarını inceliyorduk. Dadaizm ise günümüze ulaşamamış bir sanat akımı. Var olduğu dönemde, diğer bütün sanatlarla dalga geçmiş. “Böyle resim mi çizilir?” demiş, daha absürd bir şey çizerek, “Böyle çizilir!” demiş. Bunun gibi birçok örneği var. Ve aslında “Dadaizm” televizyonda kullanacağımız hicvin, eleştirinin, doğum noktası oldu.
Sevgili Okan Bayülgen, Star TV ekranlarında Dada Dandinista isimli bir program yapmıştı. Program ile bir bağlantınız var mıydı?
Geçmişte Okan Ağabey ile birlikte çalışmıştık. Okan Ağabey, “Dadaizm’i” tam olarak sevebilecek bir adam. Program başlamadan haberim de olmuştu. O benden Dada ismini aldı, ben de ondan Radyo Makinası’nı aldım. Bir tür alışveriş gibi oldu.
Okan Bayülgen ile çalışmak zorlar derler hep. Siz bu fikre katılıyor musunuz?
Şahsen ben kolay adamla çalışmak istemezdim. Okan Ağabey ile çalışmak, bu işin en zor halkasıdır. Ne kadar zor adamla çalışırsan, ileride o kadar iyi ve birikimli olursun. Ayrıca Okan Ağabey zor bir adam değil. Sadece kuralları ve disiplini olan bir adam. İyi ki de çalışmışız. Çok mutluyum.
İyi bir radyocu olabilmek için, özel bir sese sahip olmak şart mıdır?
Hayır değil. Sesin iyiyse, git albüm çıkar kardeşim! Dünya radyo tarihine bakarsan, çok enterasan kötü ve çirkin sesli adamlar radyo programcılığı yapmıştır. Bunun ülkemizde çok örneği var. Daha hayvansal bir ses çıkaran insanlar daha çok ilgi çekerler. Ama lezzetli ve doyurucu bir sesinin olması gerekiyor.
Peki, sizin hiç sesinizle ilgili bir endişeniz oldu mu?
Bu işe lise dönemlerimde başladığımdan, sesim çok çocuksu geliyordu. Ama yaş ilerledikçe, hem sesin oturuyor hem de dinleyicin seni kabul etmesi daha da kolaylaşıyor. Mesela, ilk defa karşılaştığım biri bana, “Ne iş yapıyorsun?” diyor, “Radyo programcısıyım.” diyorum. “Aaaa! Dur o zaman ben dinleyeyim diyor.” ve dinledikten sonra, “Sanki yıllardır seni dinliyormuş gibi hissettim.” diyor.
Radyoculuk çok garip bir meslek. Kapkara dört duvar arasında, duvarlara karşı konuşuyorsunuz. Oysa, o konuşma milyonlara ulaşıyor. Sizce de öyle değil mi?
Bir gün radyoda gece yayını yaparken, radyoda herkesin gittiğini, sadece güvenlik ile benim kaldığımı fark ettim. Kendi kendime; “Yahu, kapkara dört duvar arasına koymuşlar, konuşuyorsun. Bu işi deliler yapıyor.” dedim. Bu delilik işi! Ama bir noktada da anladım ki; aslında yaptığın işe delisin. Yaptığın işe deli olduğun için, mesleğin şifrelerini çözmüş oluyorsun. Dolayısıyla o kara duvarlar da sana dinleyici gibi geliyor, fark etmiyorsunuz bile.
Takip ettiğiniz başka radyolar, radyo programcıları var mı?
Konuşan radyo artık maalesef çok fazla kalmadığı için, bizim işi yapan birkaç radyoyu da takip etmeye çalışıyorum. A Radyo, B Radyo… Hem rakiplerimiz, hem de hepsi arkadaşlarımız. Sürekli olarak takip edemesem de, radyoyu açtığımda “Aaa! Ne yapıyor bakayım bizim çocuk?” diyip, dinlemeye çalışıyorum.
Müzik ile sürekli iç içesiniz. Günlük hayatınızda ne tarz müzikler dinlemeyi seviyorsunuz?
Konservatuarda iken, bizim bölümün derslerinden çok, müzik bölümünün derslerine giriyordum. Müziği çok seviyorum. Radyocu olduğumuz için, bizim kulağımız müziğin birçok tarzı ile sürekli olarak besleniyor. Dolayısıyla, uzun yola giderken “Kubat” dinliyorken, radyo yayınlarımda Türkçe Pop şarkılarına beraber de eşlik ediyorum. Evde, daha soft, daha dinlendirici müzikler dinlerken, öyle bir zaman geliyor ki ağır rock’da dinleyebiliyorum.
DJ’lik de yapıyorsunuz. Yaparken, orada eğlenenlerden çok, siz eğleniyorsunuz. Bu ortamı yaratabilmek adına, müziği yaşamak gerektiğini düşünüyor musunuz?
Müziği yaşamadan, yaşattıramazsınız. Ben DJ’liğin yanında, MC’lik de yapıyorum artık. Zaten 7 aylık prematüre doğduğum için biraz fazla enerjiğim. Ben eğleniyorum, zıplıyorum, dans ediyorum, oraya dinlemeye gelenler de bana eşlik ediyorlar.
Oyunculuk penceresinden bir göz atalım. İlk olarak, “Kolpaçino’nun” en unutulmaz sahnesinde yer aldınız. Devamında Çılgın Dershane serisi, Sabit Kanca gibi birçok başarılı iş geldi.
Radyoculuk yapıyorum ama konservatuardan oyunculuk bölümünden mezunum. Birçok tiyatro oyununda yer aldım, büyük isimlerle birlikte çalıştım. Radyoculuk yaparken, oyunculuktan bir müddet uzaklaşmıştım. Ben “Doğru bildğin işi yap, en iyisini yap!” derdim hep. Tek mesleklilikten yanaydım. Sonradan “Ya İrfan! Ehliyetli olduğun meslek oyunculuk. Neden oyunculuk yapmıyorsun?” demeye başladılar. Aslında bakarsan, bu iş bir zincirin halkası. Hepsi birbirine bağlı meslekler. Kolpaçino; konservatuara girdiğim ilk yıl, hayatımın unutulmaz bir hatırası oldu.
Kolpaçino’daki o meşhur sahne, çok sevildi ve halâ daha sevilerek defalarca izleniyor.
Evet, filmin en komik sahnesi oldu. Şafak Sezer, Kaan Ertem ve Suat Özkan; filmin en komik sahnesinde oynattılar bizi. O sahne, yıllarca da önüme çıktı. Sonra, Çılgın Dershane 3 geldi. Sinema olduğu için oynamak istiyorum. Birçok dizi teklifi de geldi ve geri çevirmek zorunda kaldım. Eğer kabul etseydim, set çalışma saatleri radyo da çalışmamı engelleyeceğinden, radyodan uzaklaşmak zorunda kalacaktım. Mesela, bunu ilk kez burada söylüyorum; çok tutmuş bir gençlik dizisinin hazırlık aşamasında teklif aldım ve geri çevirmek zorunda kaldım. Sinema, çalışma saatleri ve çekilen süre bakımından daha rahat oluyor benim için. Ama artık uslandım. Oyunculuğa ağırlık vermeye başlayacağım. Şimdi ise, bende hatırası olan bir filmin devamı olan; Kolpaçino 3’te yer alıyorum.
O sahnenin devamı mı geliyor yoksa?
Evet, bizim meşhur sahnenin devamında oradaki çocukların yaşadıkları anlatılıyor.
Sahnedeki herkes bu filmde de var mı?
Tabi, hepsi varlar. Ayrıca sürpriz olarak Erkan Petekkaya’da var. Daha birkaç sürpriz isim olabilir.
Peki, ileri ki süreçte sizinde sürpriz bir dizi projeniz olacak mı?
Menajerim de “Biz seni görüşmeye yolluyoruz da, niye gitmiyorsun?” diye bana hep kızıyor. Ama dediğim gibi, radyomda çalışmamı engellemeyecek koşullar oluşturulursa, çocukluktan beri hayalim olan oyunculuğu neden yapmayayım ki?
Sektöre yeni yüzler kazandırılmasından yana mısınız?
Sürekli yeni yüzler üretmek de, sürekli aynı yüzleri kısır döngüye sokmak da sakıncalıdır. Türkiye’de biz oyunculuk anlamında, sanat anlamında bazı şeyleri henüz aşamadık. Dünyada ki örneklerine bakacak olursak; başrol izlediğimiz bir adamı, başka bir filmde yada dizide arkadan geçen bir sokak serserisi olarak görebiliyoruz. Ama bizdeki popüler isimler, aynı rolleri canlandırıp, kendilerine bir şeyler katamadıkları için, bizim şuan “Lost” gibi bir dizimiz yok. Gençleri sordun. Evet, gençleri de kullanmak lazım tabi ki. Ama bu sefer de gençleri harcıyorlar. Hayat Bilgisi’nden itibaren gençlik dizilerine bakın, orada bir dönem popüler olan isimlerin hiçbiri şuan ortalıkta yok.
Bu keyifli sohbet için çok teşekkür ederim. Sizin de bir hayat felsefeniz var mı?
Felsefe bir duruştur. Hayat felsefesi de, hayata karşı olan duruşundur. Eğer sen hayatı sorgulamazsan, hayat sana çok sıradan gelir. O yüzden benim de bir hayat felsefem var. Bu felsefe zaman zaman değişiklik gösteriyor. Benim hayat felsefem; dürüst, yalın ve samimi olmak. Hatta radyo programımızın da sloganı bu yönde; “Bu makina samimiyet ile çalışır, içtenlik ile hareket eder!”
Röportaj : Fırat Özdemir