“KONSERİMİ İPTAL ETTİM”
Ülke epeyce çalkantılı, karmaşık bir siyasi gündemle boğuşuyor son yıllarda. Özellikle de son bir yılda. Tam yaz geliyor biraz silkelenelim, rahatlayalım derken Soma faciası kömür karasına boyadı kalplerimizi. Üzülelim mi, öfkelenelim mi, ağlayalım mı, isyan mı edelim bilemedik. Galiba bir süre daha da bilemeyeceğiz.
Ne ki bir de tüm bu karışık dönemlerin, felaketlerin, faciaların ve dahi siyasi çalkantıların en büyük darbesini müzik sektörü alıyor her defasında. Müzisyenler sık sık sosyal medyada dile getiriyorlar bu gerçeği. Memurlar, işçiler, özel sektör çalışanları vesair, ülkede ne olursa olsun her sabah kalkıp işlerine gider, aybaşlarında maaşlarını alırken, müzik sektöründe çalışanlar böyle dönemlerde doğrudan işsiz kalıyor. Konserler, organizasyonlar, düğünler, partiler ve benzeri her türlü etkinlik iptal oluyor çünkü. Kimsenin eğlenesi, oynayası, konserlere gidip şarkılara eşlik edesi gelmiyor çünkü. Müzik denilen şeyin sadece eğlence amaçlı bir şey olmadığını, müzikle yaraların iyileştirilebileceğini, üzgün kalplerin onarılabileceğini, hayata inancın, yaşama güdüsünün tazelenebileceğini, hiç biri olmasa, acının müzikle de paylaşılabileceğini istediğiniz kadar yazın, çizin, söyleyin hatta bağırın siz. Sıkıysa bir etkinliği iptal etmeyin bakalım. Mahalle baskısından yakın çevre baskısına, sosyal medya baskısından siyasi baskıya, baskılardan baskı beğenin sonra.
Bir de şu var ki, işi iptal olan sadece şarkıcı zannediliyor hep. Demet Akalın bir konserini de iptal etse nesi eksilir değil mi? Oysa konser dediğinizin ne çok çalışanı, emekçisi var bir bilsek… Sesçisinden, ışıkçısına, gişe memurundan, fuayede gazoz satanına dek ne çok kişi o iptal edilen konser gecesinde işsiz kalıyor bir bilsek…
Peki ne yapalım? Mahallede cenaze varken biz evimizde göbek mi atalım? Elbette bunu savunuyor değilim. Azıcık vicdanı olan kimsenin bunu savunacağını da zannetmiyorum. Ama hassasiyetlerin de bir samimiyeti olmalı. Eğer etkinliklerin iptal edilmesini, etkinlikleri zaten istemediğiniz, sevmediğiniz, onaylamadığınız için istemiyorsanız, sizin için her şey etkinlik iptali sebebi olabilir ve her defasında ateşli bir etkinlik iptali savunucusu olabilir, iptal etmeyenlere verip veriştirebilirsiniz. Ya da etkinlik iptali ile bir hassasiyet gösterisi/gösterişi yapmak lüzumunu hissediyorsanız, bunu herkese yutturamayabilirsiniz. Yani “çok duyarlı bir sanatkâr olarak konserimi iptal ettiğimi duyurdum ama bir dakika sonra kaşım gözün için yazılan övgüleri ‘RT’ etmekten de geri kalmam” diyorsanız, o konser iptalinin samimiyeti şüphe götürür. Olan bizim gazozcuya, gişeciye, ışıkçıya, sesçiye oldu der, güler geçeriz.
Sözün özü bırakın isteyen iptal etsin, isteyen de istediği biçimde yapacağı etkinliği gündeme uydursun. Nasıl bir bakkaldan zorla kepenk kapatmasını isteyemezsek, bir müzisyene de “işini yapma evde otur” deme hakkımız yok. O gerçekten bir müzisyense zaten olan bitenden senden benden çok etkilenmiştir ve bunu bir şekilde dillendirir kendi üslubunca. Belki konserinin gelirini bağışlar, belki öyle bir şarkı söyler, öyle bir laf eder ki o gece sahnede, oraya onu dinlemeye gelenler hayata başka bir gözle bakmaya başlar, olanı biteni başka türlü görürler o dakikadan sonra. Bilemezsiniz.
Eğer acılı zamanlarda şarkı türkü söylemek şimdiki kadar ayıplansa, eleştiri konusu edilseydi geçmişte, bin yıldır dinlediğimiz nice türkü, şarkı yazılamazdı şüphesiz. Ağıt diye bir şey olmazdı mesela. Oysa tam aksine; en güzel şarkılar, türküler, şiirler, kitaplar hep en acılı dönemlerde yazılmıştır.
Müzisyenleri kendi haline bırakın. Kapılarını kapatmaya zorlamayın. Onlar sıradan insanlardan katbekat açık gönül gözleriyle hepimiz adına tarihe tanıklık eder ve bu tanıklığın izlerini geleceğe bırakırlar zaten. İşleri bu. Bize düşen onları susturmak değil, daha çok söylemeleri, hiç susmamaları için desteklemek olmalı. En çok da böylesi zamanlarda…
YAVUZ HAKAN TOK, MÜZİKONAIR, MAYIS 2014, İSTANBUL