Müzik sektörünün vazgeçilmez isimlerinden biri Naim Dilmener. Birçok yayın kuruluşu bünyesinde Türk pop müzik tarihine yer verecekse ilk onun kapısını çalıyor, şarkıcılar ona danışıyor, ondan olumlu eleştiri alan albümlerin ise yüzü gülüyor. Naim Dilmener, hâlâ bu işi amatör ruhla yapıyor. Müzik onun tutkusu, kendi deyimi ile takıntısı. Belki bu yüzden, sadece işini çok iyi yapanlarda olan bir ruh hali ile kimseden çekinmiyor, sivri dilini törpüleme ihtiyacı hissetmiyor.
Müzik eleştirmeni, yazar, radyo programcısı, DJ, arşivci, müzik koleksiyoncusu. Eksik bir şey söyledim mi? Sizin için hangisi olmazsa olmaz?
Hepsi. Aslında ayırmamak da lazım. İç içe geçmiş işler bunlar. Bu soruyu birkaç yıl önce sorsaydınız DJ’lik derdim aslında. Ama artık değil. O kadar değişti ki memleket, beş yıl önceki memleket değil. Dinleyici ve seyirci de değişti elbette. Herhangi bir mekânda çalınacak şarkıların sırasını belirlemek, bir sonra çalan şarkının ne olacağına karar vermek, benim gibi biri için mutlulukların en büyüğüydü. Yıllarca da büyük keyif alarak yaptım. Az da değil, 20 yıla yakın. Ama artık bıraktım, vazgeçtim. Birilerinin DJ kabinine gelerek, günün popüler isimlerinin, o çok sevmediğim popüler şarkılarını çalmamı ısrarla istemelerinden, çok sıkıldım. Her seferinde neden çalamayacağımı anlatmaktan ise daha çok sıkıldım. Laf çakmalar oldu. Hakaretler işittim. Hatta atışma ve itişmeler oldu. Bir gece, bir partiden eve dönerken, “Bitir bu işi,” dedim kendi kendime, “Sen eğlenmek için yapıyorsun bu işi ama artık eğlendirmediği gibi zorlaştırıyor hayatını” dedim ve bıraktım.
Müzik nasıl tutkuya dönüşür? Müzik nasıl mesleğiniz oldu?
Tamamıyla kendiliğinden. Mardin gibi bir yerde doğar ve büyürken, hayatımızı güzelleştirmek için film ve şarkılardan başka bir şey yoktu elimizde. Bir parça da kitaplar ki çok fazla kitap gelmezdi Mardin’e. İşte öyle bir zorlukta, elimize geçen her fırsatta şarkı ve türkü dinlerdik. Çoğunlukla radyodan, çok az da plaklardan. Çok az diyorum, çünkü plak da pek gelmezdi Mardin’e. Geldiği kadarına da paramız yetmezdi. Çoğumuzun evinde plakları çalacağımız pikapımız yoktu bile. Ama yine de kırk yılda bir de olsa plak alır ve biriktirirdik. Bir şarkıyı, radyoda çalınmasını beklemeye gerek kalmaksızın, istediğimiz kadar, onlarca kere dinleyebilme imkânı, mucize gibi bir şeydi bizim için. Şimdiki kuşağa gel de bunu anlat. Şarkılara ulaşamıyorduk bu kadar basit. Bu nedenle işte, plak biriktirir ve pikabı olan arkadaşlarda toplanırdık belirli aralıklarla. Ya da pikapları, plakları ödünç isterdik. Ajda Pekkan’ın ‘Moda Yolunda’sı mesela, bende yoktu ve arkadaşım Kenan’dan ödünç aldığım zamanlar, bir hafta boyu, her gün defalarca dinlerdim. Bütün bunlar, müziği bir tutkuya, hatta bir takıntıya dönüştürmeye yetiyor. Mesleğim olmasına gelince, hâlâ böyle düşünmüyorum. Müzik ile ilgili yapıp durduklarımı, hâlâ profesyonel bir iş gibi görüyor değilim. Elbette yaptıklarımdan para kazanıyorum ama her yaptığım hayatıma fazladan bir anlam kattığı için, iş değil de keyif diye düşünüyorum.
Sizce neden iyi müzik dinlemeliyiz?
‘İyi’ diye sınırlamayalım. İnsanın her hali, her ruh durumu başka türlü şarkılara ihtiyaç duyar. Gün gelir, daha önce dönüp de bakmadığınız bir şarkının kollarında bulabilirsiniz teselliyi. Müziğin ileriye doğru gelişimi ve kalıcı bir kültür oluşturması için elbette iyi müzik şart. Eleştiride de her eleştirmenin birinci kıstası bu olmalı. Ama bir tek bu, olup biteni anlamlandırmaya yetmiyor. İhtiyacı ve ihtiyacı doğuran sebep ve şartları da her zaman göz önünde bulundurmamız gerekir. Sözüm biz eleştirmenlere tabii. Ama dinleyicinin böyle sınırları olmamalı. İyi ya da kötü diye aldırmadan, neye ihtiyacı varsa onu dinlemeli.
“NİHAYETİNDE GÂVURDUK”
Hazır Mardin’den bahsetmişken, Yahudi, Ermeni, Kürt, Süryani, Arap gibi birçok farklı kültüre ev sahipliği yapmış bir şehirde yaşadınız uzun süre. Neler geliyor aklınıza Mardin deyince?
Çok şey. Çocukluk aslında her şeydir. Oralarda gördüklerimin, yaşadıklarımın, sevdiklerimin, orada eksikliğini hissettiklerimin hep peşinde oldum. Orası hem bir cennet, hem de bir cehennemdi. Hiçbir Süryani için kolay olmamıştır oralar, daha doğrusu gayrimüslim olan herkes için zor geçmiştir günler. Hoşgörü asri zamanların bir yalanı, 60’larda yalandan olsa dahi yoktu böyle bir şey. Yanlış anlaşılmak istemem, insanların büyük bir kısmıyla teke tek eşitlik üstüne rahat bir ilişki kurulabiliyordu. Ama işte karşınızdakiler çoğunluktu ve çoğunluğun en bariz özelliği ezmeye çabalamasıydı. Nihayetinde gâvurduk ben ve benzerlerim.
“ELEŞTİRMENLİK BİR DÜŞMANLIK YA DA KİN GÜTME DEĞİLDİR”
Müzik eleştirilerinizde hiç daha önce bir albümünü beğenmeyip sonra yaptığı albümü beğendiğiniz bir şarkıcı oldu mu? O kadar objektif olabildiniz mi?
Bu, eleştirmenliğin olmazsa olmaz şartlarından biridir. Bir albüm dinlersiniz, olmamıştır ve ağır bir biçimde eleştirirsiniz. Aynı kişi, bir süre sonra yeni bir albüm yapar ve bu iyidir. Elbette iyi olduğunu yazacaksınız. Eleştirmenlik bir düşmanlık ya da kin gütme değildir ki. Ama ne yazık ki memleketimizde böyle anlaşılıyor. Sık sık duyduğum laflardan biri de şudur. “Filancanın son albümüne iyi demişsiniz ama hani siz onu sevmezdiniz?” Yok böyle bir şey! Onu ya da bunu sevmemek diye bir şey yoktur eleştirmenlikte, yapılan işi sevmek ya da sevmemek vardır. Ama şu da var. Kimileri ısrarla kötü albüm yapıyor, hatta her yaptıkları kötü. Ne olacak o zaman? Mecburen her seferinde kötü diyeceksiniz. İşte bu, okura düşmanlık gibi gözükmeye başlıyor. Sinan Akçıl ya da Mehmet Erdem mesela; henüz iyi bir şey yapabilmiş değiller. Peki, ne yapacağım ben? Mecburen “Çok kötü” diyeceğim. Diyorum da. Olumlu örnek de vereyim. Başta Sezen Aksu, Ajda Pekkan olmak üzere, çok sayıda ismin bazı albümleri için ağır şeyler, bazı albümleri içinse iyi şeyler yazdım. İyi iyidir, kötüyse kötü.
Eleştirilerinizin sadece müzikalite üzerine olmadığını görüyoruz. Çoğu zaman sanatçının duruşu, tanıtımı da değerlendirmenize giriyor. Naim Dilmener’in tam not vermesi için hangi unsurların tam olması gerekir?
Önce müzik. Melodileri, düzenlenme şekilleri, vokal biçimleriyle önce şarkılar. Yazdığım eğer albümse, albümün bütününde bir tutarlılık. Hemen ardından da sözler, anlatmaya çalıştıkları. Sözler sizi, şarkıyı çalan ya da söyleyenin, dünyayı kavrama biçimiyle karşı karşıya getirip bırakıyor. Müzikle her uğraşanın, mutlaka doğru bir yerde durması elbette şart değildir. Ama biliyor musunuz, doğru yerde duran birileri, genellikle daha güzel müzik yapıyor.
“DEVİR DEĞİŞTİ, STARLIK BİTTİ”
Bugünkü perspektiften baktığımızda Türk müziğinde sizce kimler ekol olmaya adaydır?
Tarkan’dan beri kimse yok. Değecek kimse çıkmadı demiyorum, sakın ha böyle anlamayın. Devir değişti, starlık bitti. Artık şarkı esaslı bir zamana girdik. Hiç kimse, birilerine takılıp kalmıyor, takip etmiyor. Bugün bu şarkıyı dinliyor, yarın bir başkasını. Ekol filan da kalmadı dolayısıyla. Olmayacak da artık. En azından kısa vadede.
Birçok takip ettiğimiz eleştirmene ve yazara kıyasla çok cesur eleştirileriniz yorumlarınız var. Hiç çekinmiyor musunuz? Bu ruh halinden bahseder misiniz biraz?
Hayır. Neden çekineyim ki? Yazdıklarımın her satırını açıklayabilecek yeterince sözüm ya da cümlem varsa eğer, neden çekineyim? Gün gelmiş, en yakın arkadaşlarımın (Rojin mesela) albümleri hakkında, bu olmamış demişim. Gün gelmiş, beni düşmanlıkla suçlamış birilerinin (Mustafa Sandal mesela) yeni şarkılarına iyi demişim. Hakkında yazdığım şarkılar orta yerde durdukça, çekineceğim hiçbir şey olmaz.
“AJDA PEKKAN JAPONCA ŞARKI SÖYLEMİŞ”
Koleksiyonunuzda aradığınız ya da keşke olsaydı dediğiniz bir şey var mı?
Sezen Aksu’nun Çince plağı. Aaa, var mı ki, demeyin. Bildiğimden söylemiyorum. Sadece aramaya devam, diyorum. Ajda Pekkan’ın Japonca plağını çıkardıysa ortaya bu internet zamanları, belki bunu da yapabilir, diyorum.
İki kere “Aaa var mı ki” diyeceğim! Ajda Pekkan’ın birçok dilde şarkısı olduğunu biliyoruz. Japonca olması ile ilgili gerekçe neydi? Gerçekten Sezen Aksu’nun Çin’ce albümü var mı?
Sonuncudan başlayayım. Hayır, yok. Koleksiyoncunun arayışı bitmez demeye çalıştım sadece. Pekkan’ın Japonca söylemesi ise, o zamanlar bağlı olduğu Philips’in kendisinde bir gelecek görmesi ve onu çok iyi bir pazar olan Japonya’da da pazarlamaya çalışmasıydı.
Yahudi müziklerine ya da müzisyenlere arşivinizde yer verdiniz mi?
Özellikle ilgili olduğumu söyleyemem. Genel olarak dünya müziği ile çok ilgiliyim ve farklı ses ve nefesleri dinlemekten her zaman mutlu olmuşumdur. Yahudi müzisyenlerden, İlanit en sevdiğim yıldızlardandır mesela. ‘Sev Kardeşim’in orijinalini o söyler. ‘Bim Bam Bom’un da. 70’li yıllarda keşfettim onu ve hâlâ çok severim.
Bugünlerde ilgilendiğiniz projeleriniz neler?
‘Hafif Türk(çe) Pop Tarihi’ kitabımın devamını yazmakla meşgulüm. İlk kitap, 2000’lerin başına kadar geliyordu. Yenisi ise ilk kitabın bıraktığı yerden başlıyor ve bugünlere kadar gelecek.
Okuyucularımız size nerede rastlayabilirler? Nerelerde yazıyor ve program yapıyorsunuz?
Rastlamak, tanışmak artık sanal işler. Artık twitter ve facebook’ta mümkün bunlar. Açık Radyo’daki programım yıllardır sürüyor. Her cumartesi 12’de. Her hafta Hürriyet Cumartesi, ayda bir de Milliyet Sanat’a yazıyorum.
Naim Dilmener neler dinliyor ve bizlere öneriyor?
Bir yandan iş gereği dinlediklerim var, yazmak için dinlediklerim. Hemen hemen yeni çıkan her şeyi dinliyorum. Bir yandan öteden beri takip ettiklerimi, yeniden ve yeniden dinliyorum. The Cure, Depeche Mode gibi. Sezen Aksu, Nazan Öncel, Hümeyra, Nükhet Duru, Ajda Pekkan gibi. Bir de her gün ama her gün dinlemeden duramadıklarım var; Selda Bağcan, İlkay Akkaya, Umay Umay, Bandista, Haris Alexiou gibi. Başta son saydıklarım olmak üzere hepsini, herkese tavsiye ederim.
Kaynak : ŞALOM