Merhaba,
Yarışmanın formatı İsrail’den… Dünyadaki ilk interaktif yetenek yarışması olma özelliğini taşıyor, zira yarışmacıların performansları esnasında izleyiciler oylama yaparak sonuca doğrudan etki edebiliyorlar. Jürinin etki alanı ise sınırlı.
İsrail’de format ilgi görünce birçok ülke tarafından satın alınmış ve denenmiş. Almanya’da ilk sezon erken veda etmiş ve devamı gelmemiş, Amerika’da da bir sezon ayakta kalabilmiş. İngiltere’de seçmeler yapıldığı halde son anda yayından vazgeçilmiş. Rusya, Arjantin, Danimarka, Çin gibi birçok ülkede ekrana gelse de, yarışmanın ikinci sezonu görebildiği iki ülke var şimdilik: İsrail ve Arjantin.
Rising Star’ın formatı Türkiye’de Acun Medya tarafından satın alınca, bir de aylar öncesinden jüri üyelerinin kim olacağı konuşulmaya başlanınca, ister istemez gündem yarattı ve bir yaz seyirliği olarak bu hafta izleyici karşısına çıktı.
Çıktı da ne oldu? Koca bir fiyasko!..
Tamam, Mustafa Sandal’ın, Gülben Ergen’in ve Demet Akalın’ın birer ses virtüözü olduğunu kimse iddia edemez. Zaten memlekette bu tip yarışmalar müzikal bir çerçeveye oturtulmuyor başından beri, onu biliyoruz. Ama her üçü de en azından yıllardır ülke popüler müzik gündeminde yer etmiş isimler ve doğal olarak ekran yüzleri. Fuat Güner’se tamamen başka bir kategori; adam sonuna kadar müzisyen. Buradan bir çatışma doğabilir ve ekran çatışmayı sever, ona da kabul. Ne ki iki gün izlediğim kadarıyla jürinin beğenme ve beğenmeme kriterleri şöyle:
“Beni heyecanlandırmadı,”
“Sesi yüreğime aktı,”
“Sesin güzel ama yanlış şarkı seçmişsin,”
“Çok şirinsin!”
Allah rızası için birisi de karşısındaki yarışmacının “star” olup olamayacağını, ihtimal varsa neden olabileceğini, yoksa neden olamayacağını sokaktaki insandan bir “tık” fazla bir bilgi birikimiyle söylesin. Bülent Ersoy gibi fa diyezlerden girip si bemollerden çıksın da demiyorum. Ama “sesin güzel” de demesin. “İyi şarkı söylüyorsun,” desin mesela ya da “kötü şarkı söylüyorsun.”
“Bu sahne duruşuyla star olunmaz, buraya niye geldin?” desin.
“Bir şarkı başından sonuna kafa sesiyle söylenmez!” desin.
“Detone oldun!” desin.
“Kötü bir Haluk Levent taklidisin!” desin.
Ama yok! Jüri üyeleri aynen evlilik programlarındaki talipler gibiler ve “Elektrik alamadım/aldım,” seviyesinden öteye gidemiyorlar.
Hadi bu, müziği dert edenlerin kaygısı ve seyirci olana da razı diyelim. Ama ortalama seyircinin bu tip yarışmalara gösterdiği ilginin büyük yüzdesini oluşturan jüri şovu da yok ortada.
Tek başına bir televizyon şovunu rahat rahat idare edebilecek bir malzemeye ve belagate sahip olmasına karşın son yıllarda giderek bir sevgi kelebeği, bir kanaat önderi ve bir sosyal medya Mevlana’sına dönüşmeye başlayan ve bu yüzden de sıkıcılaşan, bu yarışmada da ne kadar en rahat oymuş gibi davranmaya çabalasa da sürekli kontrollü haliyle izleyene sıkıntı veren Gülben Ergen…
Hep çok önemli bir şey söyleyecekmiş gibi sözü alıp dünyanın en önemsiz şeyini söyleyerek tempoyu düşüren ve bir televizyon şovu için hiç de kullanışlı bir malzemesi olmadığını bir kez daha ispat eden Mustafa Sandal…
Dobralığı ve lafını budaktan sakınmamasıyla tanındığı halde, canlı yayında hanım hanımcık bir edaya bürünerek en uslu jüri üyesine dönüşen Demet Akalın…
Ve gerçek hayatta, özellikle de müzik konusunda ne kadar titiz ve aksi olduğu herkesin malumu iken, artık kibarlığından mı yoksa kendisine yeteri kadar söz verilmemesinden midir nedir, yüz ifadesine çok net yansıyan gerçek fikirlerini bir türlü sözle ifade edemeyen bir Fuat Güner…
Şimdi koyun bu dördünü yan yana ve bekleyin ki ortaya bir şov çıksın. Çıkmıyor işte! Çıkmadı, gördük.
Demek ki ekran yüzü olmak da, popüler olmak da, çok “fan” sahibi olmak da ve hatta otorite olmak da yetmiyormuş. Kimya her zaman tutmuyormuş. Şovu kurtarmıyormuş.
Hadi ilk gece bir ara oylama sisteminin durmasına, sistemin durduğu dakikalarda kimse oy veremediği halde şarkı söyleyen yarışmacının yüksek yüzdeyle barajı geçmesine, yayının veda meda etmeden ve sırada bekleyen yarışmacılar varken pat diye bitirilmesine, ikinci gece formatta yapılan ufak tefek değişikliklerle durumun kurtarılmaya çalışılmasına filan takılmayalım. Bu kadar büyük bir işte ilk gün olur böyle şeyler deyip geçelim.
Gencecik çocuklara önce hayal satıp, sonra o hayallerle evire çevire oynamanın ve sonunda her birini “on beş dakikalık” şöhretleriyle sonsuza dek baş başa bırakmanın ahlâken doğruluğunu da tartışmayalım şimdi.
Ama mesela Mustafa Sandal , Nijeryalı yarışmacı ChuChu’ya barajı geçtikten sonra “Önümüzdeki haftalarda da senden çok renkli performanslar bizleri bekliyor,” gibi bir laf edince ben işkilleniyorum ister istemez. Sonra seçilenleri gördükçe birer birer…
Seçilecekler önceden belli mi? Ya da “reyting için şunlar şunlar mutlaka seçilsin” talimatı mı veriliyor?
Mesela finale kalan yarışmacılar için şöyle bir portföy mü oluşturuluyor:
Bir tane Karadeniz türküsü söyleyen,
Bir tane çok sevilen ya da pek popüler bir şarkıcının birebir kopyası (taklidi) olan (Ahmet Kaya olur, Tarkan olur, Zaz olur),
Bir tane bağıra çağıra yabancı şarkı söyleyen (tercihen kız),
Bir tane (Demet kalın’ın tabiriyle) çatlak, özgüveni yüksek (birden fazla da olabilir),
Bir tane canlı yayında annesini ne çok sevdiğini söyleyecek ve kadını oracıkta ağlatacak kara yağız arabeskçi ya da türkücü,
Bir tane Anadolu “rock”çı (illa ki bir bölümde “Islak Islak” söylesin diye),
Yine en az bir tane Türkiye’de yaşayan yabancı (çat pat Türkçe konuşursa tadından yenmez),
+ Güzel kız ve yakışıklı erkek ne kadar olursa o kadar iyidir.
Rising Star benim için başladığı gibi bitmiştir. Yani (Nur Yerlitaş’tan alıntıyla) kuş öldü! Yayında ne kadar kalır, onu da birlikte göreceğiz.
YAVUZ HAKAN TON, MÜZİK ON AIR, AĞUSTOS 2015, İSTANBUL