Bu bir danışıklı dövüştür.
“Şu uyuzu da çağıralım konsere de laf etmesin,” der, konsere geldiğini görünce de “Ah canım, kadim dostum, hoş geldin,” diyerek sahneden övgüler düzerler.
“Ulan bu klibi çekiyoruz ama lütfedip yayınlayacak mı o şişkin egolu dangalak!” diye konuşup kendi aralarında, sonra klibi götürmeye çiçekle, çikolatayla gider, “şişkin egolu dangalak”la selfi çekip “iyi ki varsın” notuyla paylaşmalara doyamazlar.
“Bunlara da şarkı beğendiremiyoruz, kendilerini bir halt zannediyorlar!” diyerek dert yandıkları radyocular, en yakın dostları oluverirler stüdyolarına konuk gittiklerinde.
Çünkü bir gazetede yazmak, bir radyo ya da televizyonda program yapmak ya da yönetici olmak belindeki kemerde bir silah taşımakla eş değerdir. Ucunu göstermeniz yeter. Size hürmetleri sonsuzdur.
Çünkü şarkıcılar hassastır, kırılgandır. Sadece övgü duymak isterler. Aslına bakarsanız silahlı takım da öyledir. Bu yüzden de gül gibi geçinip giderler.
Çünkü nihayetinde yapılan bir ticarettir ve bu topraklarda ticaretin en eski ve en geçerli yöntemi “al gülüm ver gülüm”dür.
Sadece yeni bir şarkı/albüm yaptığı ya da yapacağı zaman yanıma yanaşanları, dost kesilenleri ya da sahiden dost gibi görünüp de en ufak bir eleştiri yazısı sonrası o dakika diş bileyenleri gördükçe iyi niyetle gülümsüyorum. Çünkü yanlış yerde geziyor o kuşlar. Çünkü benim belimde silahım yok ve bir silaha gösterilen refleksler bana işlemiyor.
Sözgelimi bir gazetenin bir “life style” köşe yazısına sıkıştırılmış bir tek “Bu albüm çok güzel,” cümlesini, enine boyuna, en ince detayına dek yazılmış bir albüm eleştiri yazısından daha fazla önemseyen, daha çok ciddiye alan varsa, varsın alsın diye düşünürüm hep. Alanın zaten benle işi yoktur. Benim zaten kimseyle işim, çıkar ilişkim yoktur.
Ama…
Çok sıkıldım!
Tüm bu üçkağıdın, sahtekârlığın, riyanın yakın şahidi olmaktan. Ülke zaten toptan bu çamura batmış iken, açtıkça rahat bir nefes alacağımız pencerelerden biri olan müziğin bu derece kirlenmesinden çok sıkıldım.
Özledim…
Müziği sadece müzik olduğu için, beni mutlu ettiği, ayaklarımı yerden kestiği için dinlediğim, sevdiğim, arkasında ne dönüyor bilmediğim, ilgilenmediğim günleri… Müzisyenlerin sadece müzik aşkıyla, derdiyle müzik yaptığı, ötesini dinleyiciye havale ettikleri zamanları… Şarkıcıları, bestecileri, müzisyenleri sadece uzaktan tanıdığım, onları gözümde ilahlaştırdığım, insanüstü varlıklar sandığım o masumiyet çağlarını özledim.
Samimiyetini kaybeden her şeyini kaybetmiştir. Türkiye’de müzik bu noktaya geldi. Artık silahların gölgesinde yapılıyor, satılıyor, pazarlanıyor müzik. Silahsız bir dünyayı hayal eden şarkılar çoktan tarih oldu.
YAVUZ HAKAN TOK, MUZIK ONAIR, EKİM 2016, İSTANBUL