Sahne sanatları içerdiği ekollerle tarih boyunca aslında hep çok konuşulmuştur. Seyirciye izlenecek bir malzeme sunmak tüm görsel şovların tabanında yatan asıl konu…
Konser veren şarkıcılar için de aynı şey geçerli. Konser sahneleri onların gösteri alanı. “Gösteri” kelimesi galiba, halk arasında kullanılan ağza oturmuş argo jargondaki “Gösteri yapma şov yapma” temasından dolayı söylendiğinde kulakta artık hoş tınlamıyor. Sahneye çıkan kadın ya da erkek şarkıcıların ne giyeceğine ne söyleyeceğine elbette kendileri karar vermelidir zira her yorumcunun yoğurt yiyişi birbirinden farklı.
Bu minvalde daimi olarak sahne sanatı yapan insanların topluma uymayan tavırlarla yaptıkları gösterilerin sanat mı değil mi olduğunu tartışmak yalnızca kavram karmaşası yaratıyor. Çünkü yüzyıllardır cevabı olmayan bir soru “Sanat Toplum için midir yoksa sanat için midir?” dilemması.
Burada akıl karmaşası yaratan durum, sanatın kalburüstü bir mevkiye yükseltilip pop işleri bu janra katmamak oluyor. Sanat da toplumla beraber evrilir. Tıpkı dil gibi. Dilimizde kullandığımız yanlış kelimeleri artık ağza öyle yerleştiği için yanlış kullanmaya devam ediyoruz. Ama bu o kelimenin yanlış olduğunu temsil etmiyor. Yalnızca öyle söylüyoruz. Nihayetinde kişinin “Türkçe” konuştuğunu biliyoruz. Pop ile uğraşan yorumcular içinde aynı şey geçerli. Pop, popüler olana hizmet eder doğası gereği. Hızlı tüketilir ya da uzun soluklu olur. Uzun soluklu olan popüler işler de mevcuttur çünkü. Ama genel olarak hızlı tüketilmeye yatkındır. Fakat bu onu yalnızca uygulamada farklı yapar. Nihayetinde kişinin “Sanat” ile uğraştığını biliriz. Çünkü müzikle uğraşıyordur.
Şimdi önemli bir soru: Sanatı bir kalıbın içine yerleştirmeye çalışmak onun özü olan özgürlüğüne ters değil mi?
Bir kişi müzik yapmak istediğinde illa ki Klasik Müzik mi üretmeli? Ya da Halk Müziği mi okumalı? Pop müzik neden sanatının ötekisi? Hepsi “Müzik” çatısı altında yapılıyor. Neden bazıları sanat bazıları değil?
Bu polemikler devam ederken, Gülşen’i yerden yere vuran sanatçı dostlarının kirli çamaşırları birer birer ifşa edildi. İzzet Yıldızhan “Donla sahneye çıkmayın” dedi. Seyhan Soylu İzzet Yıldızhan’a geçmişini hatırlattı. Yetmedi gitti pazardan don aldı.
İlgili Haber: https://muzikonair.com/izzet-yildizhan-kulotla-sahne-olmamali/
Işın Karaca, “Her şeyin adabı var, genç bir kızım var benim.” dedi. Orkestrasının eski çalışanı tarafından zamanında düşük bütçeli çalıştırması ile ilgili ifşa edildi.
Orhan Gencebay, duruma “Edep” yorumu yaptı. Zamanında Hülya Avşar’ın poposunu tokatladığı görüntüleri tekrar yayıldı.
İlgili Haber: https://muzikonair.com/orhan-gencebayin-gulsen-yorumu-bu-edeple-ilgili/
Yılların usta sanatçısı Bedia Akartürk… Son olarak da onun haberini girmiştik. Bir Gülşen yorumu da ondan gelmişti çünkü… “Popçuluğu bıraksın, dansözlük yapsın” dedi Akartürk. VJ Bülent de Akartürk’ün geçmişini, Akartürk hakkında dolanan dedikoduları hatırlattı.
İlgili Haber: https://muzikonair.com/vj-bulentten-bedia-akarturkun-gulsen-yorumuna-tepki/
Gülşen neden popçuluğu bıraksın ve neden dansöz olsun? ikisi aynı anda olamıyor mu? Konunun bununla ne ilgilisi var?
Ve… daha bunun gibi niceleri… Şimdi aslında biraz üzerinde odaklanılması gerekilen konu belki de, kadına şiddet meselesinin aslında tam olarak da buradan başladığı. Bu bir erkeğe şiddet de olabilirdi… Konu Gülşen olduğu için kadın temasından ilerliyoruz.
Beden, Gülşen’e ait. Ve bedenini sahne sanatında nasıl kullanacağı da Gülşen’in kararı. Neden kavramları iç içe geçirip sanatı bu konuya dahil ediyoruz?
Sanatçı bedenini nasıl kullandığıyla doğru ya da ters orantılı olarak mı sanat üretmiş oluyor? Ahlaki değerlerin belirlediği sınırlar sanatın özgürlüğünü yıkarken bir kadın yada bir erkek gözlerimizin önünde başka bir kadına şiddet uyguluyor. İyi bir şey söyleyeceğim ya da “Ahlaklı olanın” yanında duracağım derken yapılan ağır şiddet ve mobingin farkında mıyız?
Mesele, kimin daha ahlaklı olduğu ya da sanat mı yaptığı ya da yerinde zamanında mı giyindiği meselesi değil elbette… Bu konuyu buralardan ele alanların geçmiş sırları döküldüğünde neler olduğunu da görmüş olduk ve hafızalarımız da tazelendi. Mesele bir kişiyi (kadın ya da erkek) ürettiği şeyin içeriği ile beraber olduğu gibi kabul etmenin rahatlığı varken neden hem o kişiyi hem de zihinlerimizi bir kutuya hapsetmeye bu kadar meyilliyiz meselesi? Artık seçim yapabildiğimiz bir zaman diliminde yaşıyoruz. İzlemeyi, dinlemeyi seçmeyebiliriz. Böylece şiddet uygulamak için de bahane kalmaz…
Bu konunun daha ne kadar ileri taşınacağını zaman gösterecek.