MüzikMüzik HaberÖzel

Levent Gündüz: ‘Obsesif, İşkolik Biriyim!..’

Radyoculuğun içinden geldi. Kendine ait “DigiHead” adında prodüksiyon ve ses tasarım
şirketi açarak Türkiye’de bir ilki gerçekleştirdi. Büyük radyolarla çalıştı. Müzik ise
hayatının en orta yerinde oldu. Athena, Tarkan, Sezen Aksu, Emre Aydın ve daha bir
çok ismin şarkılarına dokunuşlar yapan işin mutfağındaki isim Levent Gündüz…
Sektörel donanımı üst seviyede olmasına rağmen çok mütevazı. Mütevazı olmadığını
haddini bildiğini söylüyor. Son derece disiplinli, titiz ve işine aşık bir adam.
Radyo, prodüksiyon ve daha neler neler konuştuk. İşte o röportaj…

Bu iş nasıl oldu? Yani biri size hadi prodüksiyonla ilgilen demedi herhalde, süreç nasıl
gelişti?

-1992 yılında merdiven altı bir radyoyla ve el yapımı bir vericiyle başlamıştık. 1993 yılında
benden yaşça büyük olan yeğenim Ali Karacan’ın arkadaşıydı ve beni elimden tutup
Number1 FM’e götürdü. Beyazıt Öztürk, Mehmet Ali Birand, Cüneyt Özdemir, Bay J,
Geveze gibi birçok ismin bulunduğu inanılmaz bir ekiple çalışırken buldum kendimi.
Duvardan duvara CD’lerle dolu bir odada arşiv sorumlusuydum fakat hiçbir zaman mikrofona
ilgi duymadım. Bir saatlik boşluklarımda bile o CD’leri dinlerdim. Böylece inanılmaz bir
arşiv bilgisi oluştu bende. Dinlerken de kim tarafından yapılmış olduklarını ezberlemeye
başladım. Bu bilgileri de yaptığım müziklerde kullanıyorum. Böyle böyle müziğin kimyasını
keşfetmeye başladım. Maddi imkanlardan dolayı eve gidemiyordum ve şirkette kalıyordum.
Bir gün prodüksiyon odasının kilitli olduğunu gördüm, güvenliğe kapıyı açtırdım. İçeride her
şeyi kurcalıyordum ve sabah da bulduğum gibi bırakıyordum. Haftanın iki üç günü kalıp
kendi prodüksiyonlarımı yapmaya başladım. En sonunda şimdiki Geveze’ye (Jozi Zalma)
yaptığım işleri dinletmeye başladım, o da bana Kiss FM’in prodüksiyonlarını verdi.
Sonrasında Kiss ise FM ATV Grubu’na satıldı. Oraya geçtim ve Asım Can Gündüz ile
tanıştım. Üzerimde çok emeği vardır. Bir çok şeyi ondan öğrendim. 1995 yılında Power FM’e
geçtim sonrasında Alem Fm, Power Group ve Karnaval Medya Grup ile çalıştım.

”Obsesif, İşkolik Ve Yaptığım İşlerde Daima Titiz Ve Yenilikçiyim”

İş hayatınızda nasılsınız?
-Kendimi birkaç kelimeyle özetlemem gerekirse Obsesif, işkolik ve yaptığım işlerde daima
titiz ve yenilikçiyim. Çünkü yaptığım iş ile yetinmemeye çalışıyorum. Yaptığım işin rekabet
unsuru var bu yüzden hep rakiplerimi ve yurt dışını takip ediyorum. Bundan dolayı kendimi
sürekli yenilemem gerekiyor. Takıntılıyım çünkü ufak detayların toplam kaliteyi
oluşturduğunu düşünenlerdenim. Benim için prodüksiyon budur. O yüzden her bir ufak detay
için mümkün olduğunca titiz davranmaya çalışıyorum. Yaptığım işin tek başına işe
yaramadığını çok iyi biliyorum. Prodüksiyon toplam kalite ile birlikte kendini gösteren bir
alan. Yaptığınız jingle, teaser, sweeper neyse o malzemenin yayın içindeki kullanımı da
kaliteyi etkiliyor. Doğru yerde, doğru zamanda, doğru volume ile girmesi gibi… Dolayısıyla
ben bu iş takibini de yaptığım için benden hep obsesif diye bahsederler. Yaptığım ürünü
teslim edip arkamı dönüp gitmiyorum, gidemiyorum.

7 Yıl Karnaval Medya Grup ile çalıştınız. Son bir senedir de danışmanlığını yaptığınızı
biliyoruz. .Radyolar ile hep içli dışlısınız. Sizce radyo programcılığıyla radyoculuk aynı
şey mi?

-Değil. Radyoculuk dediğiniz andan itibaren yelpazeyi açıyorsunuz. Radyoculuk tek başına
sadece bir mikrofon değildir. Radyoculuk her şeyden önce sokaktaki adamın ne istediğini
bilmekle başlıyor. Dijital radyoculuk da var artık bu “radyoculuk” tanımının içinde .
Tekniğini, prodüksiyonunu, marketingini, müzik yönetimini, müzik direktörlüğünü,
reklamını, sosyal medya yönetimini bilmeniz gerekli. Radyo programcılığıysa sadece o saat
dilimi içerisinde sorumlu olduğunuz yayını ifade eden ve o doğrultuda beslenmeye
yönlendiren bir tanım. Televizyondan da beslenebilirsiniz, bir arkadaş sohbetinden de… Bu
sizin yayın akışınızı etkileyebilir ya da radyonun hangi alanında çalışıyorsanız o alanı
besleyebilir. Nitekim benim işim de öyle. Çok basit bir örnek vereyim; Acun Medya’nın
yaptığı prodüksiyonel işler ve teaserlar benim prodüksiyonumu beslemiştir çünkü çok kaliteli
buluyorum. Onlar görsel bir iş yapmalarına rağmen o an beni besliyor. Sinemadaki ses
tasarımları mesela benim radyodaki prodüksiyonlarımı çok beslemiştir. Yani radyocuyum
dediğiniz zaman 24 saat o doğrultuda yaşarsınız. Her şeyi radyoya uyarlamaya başlarsınız.
Radyo programcısı 2 saatlik yayınından sorumludur ve geri kalanına karışmaz,
karışmamalıdır da.

Hiç radyo programı yapmamışsınız. Neden peki, özel bir sebebi var mı?

-Özel bir nedeni var evet. Aslında bu soruya çok sinirleniyorum. Radyoculuk dediğimiz şey
radyo programcılığı değildir. Hatta hiç değildir. Türkiye’de en çok dinlenen yabancı müzik
istasyonu Metro FM’in iki programcısı var. Radyo dinleyicileri ihtiyaca yönelik birkaç alana
ayrılabilir. Talk radyo isteyen Best FM’i dinler, yabancı müzik dinlemeyi isteyen Metro FM’i
tercih eder yani herkesin ihtiyacına göre radyo var. Prodüksiyon, marketing, teknik olmazsa
radyo olmaz. Reklam olmazsa para kazanamaz ve radyo olmaz. İyi bir müzik direktörü
olmazsa radyo yine olmaz. Bu alanlar olmazsa radyoculuğun olmayacağını bildiğim için
sadece programcılığın hedef gösterilmesi beni sinirlendiriyor. Belki de bu yüzden uzak
durmayı tercih ettim. Sesi güzel olanın, diksiyonu güzel olanın radyoya çıkıp günün sonunda
ben radyocuyum demesi ve birkaç zamanlık tecrübeyle o insanı radyocu yapmayacağını çok
iyi bilenlerdenim. Mesleği bilenlerin de artık bu söylemden vazgeçmeleri gerektiğini
düşünüyorum. Bu durum bende mikrofona karşı bir soğukluk yarattı. Mikrofona çıkmaktan
daha faydalı işler yaptığımı düşünerek hep prodüksiyonda kaldım.
Radyoların kıymeti biliniyor. Radyolar kendi kıymetini bilmiyorlar

Peki radyodan konu açılmışken, Türkiye’de radyoların kıymeti yeterince bilinmiyor.
Yıllardır bu işin içinde olan biri olarak neyi eksik yapıyoruz? İçeride mi sorun var
yoksa dinleyici radyo kültürünü mü sevmiyor?

-Toplumda radyoların kıymeti biliniyor. Daha da kötüsü radyolar kendi kıymetlerini
bilmiyorlar. Kimse size gelip kıymetli olduğunuzu söylemez. Kıymetinizi siz kendiniz ortaya
koyarsınız. Siz ne kadar kıymetli olduğunuzu kendiniz ortaya koymalısınız. Radyolar kendi
güçlerinin farkında değiller. Biz radyolar birlik olmayı başarabilmiş değiliz. Müzik alanında
bile MESAM ve MSG olarak iki grup varken biz “bir” bile olamadık. Radyocuların hala bir
sendikası bile yok. Eleman yetiştirmiyoruz, programcıların yaş ortalaması yüksek. Çok da
iyiye giden şeyler görmüyorum. Radyonun hobi olarak görülmesi algısının kırılması için bu röportajın çok üstünde hareketler gerekli.

Türkiye’de çalışma sahası olarak radyolara televizyon kadar önem verilmiyor dedik.
Radyo dediğimiz zaman para getirmeyen sadece hobi olarak yapılan bir iş gibi
görülüyor. Bu algının kırılması için neler yapılabilir?

-Bu algının kırılması için bu röportajın çok çok üstünde hareketler yapılması gerekli. Ben
kişisel olarak bunları yapmaya çalıştım. Bu sektörü yöneten meslek birlikleri, üniversiteler,
atölyeler, danışmanlık firmaları, hali hazırda yayın yapan medya kuruluşlarının taşın altına
ellerini sokmaları gerekiyor. Radyonun televizyondan daha fazla erişimi olduğunu herkes
biliyor, söylüyor. Etkileşim ve erişim gücü çok daha fazla olmasına rağmen insan yatırımının
televizyona yönelik yapılması beni çok üzüyor. Youtube’un gelişmesiyle yeni nesil digiral
tv’lerin de gelmesiyle konvansiyonel tv yayıncılığının biteceğini çok iyi bilmemize rağmen
neden hala radyoya yetişmiş eleman kazandıramadığımızı ve tam tersi tv yayıncılığı üzerine
eğitime devam edildiğini anlayamıyorum. Bunun için ben RATEM’den Yusuf bey ile
görüştüm. Ara eleman yetiştirmek için üniversitelere birlikte iş birliği yapmak istiyoruz.

Yaptığınız iş sizin gözünüzde nasıl bir konumda?

-Yaptığım işin hak ettiği kadar değer görmediğini düşünüyorum. Ne yazık ki prodüksiyonu
bunu bir gider kalemi olarak görmeye başladılar. Radyo programcıları bitebilir, radyolar
müzik kutusuna dönebilir ama prodüksiyonlar hep var olacaktır. Hep bunu savundum ve
savyunmaya da devam edeceğim. O prodüksiyoncunun ne kadar kalifiye olduğu, radyosuna
ne kattığını medya kuruluşu önemsediği anda yayının kalitesi değişmeye başlıyor. Bu bir
sarmal aslında…

Prodüksiyon danışmanlığı, aranjörlük falan dedik tabi bunlar ismen çok havalı, güzel
geliyor kulağımıza. Türkiye’de tavsiye edilesi bir iş mi, maddi getirisi nedir? Siz
bunlarla doyabiliyor musunuz?
-Sürekli kendinizi yenilemeniz gerekiyor. Genç beyinlerin işi bu. Teknolojik olarak, bilgi ve
birikim olarak, vizyon olarak kendinizi yenilemeniz gereken 24 saat esaslı bir iş bu. Kendinizi
ne kadar geliştirirseniz, donanımınızı ne kadar arttırırsanız o kadar daha fazla kazanmanız
mümkün. Yeni iş planları, ek kariyer yolları yaratmanız mümkün. Genel konuşacak olursak
bu işe gönül veren arkadaşların son model cep telefonu kullanabilecekleri, senede bir hafta
tatile gidebilecekleri parayı kazanacakları bir iş. Fakat bunu sürdürmek tamamen kendilerini
geliştirmeye açık olmalarıyla ilgili bir durum. Kendilerini geliştirirlerse sürekli o parayı hatta
daha fazlasını kazanabilirler. Bu sektörün çok sert bir eleği vardır. Yok, geliştirmezlerse daha
taze, daha yeni ve daha vizyonlu bir prodüktör yerine oturabilir.

Aslında bir sonraki soru bununla ilgili. Bu danışmanlık ve aranjörlük konularında
hangi vasıflara sahip olanlar bu işi yapabilir ve kalıcı olabilir? Bir kısmını cevapladınız
ama eklemek istedikleriniz var mı?
-Yurtdışındaki prodüktörlerin sosyal medya hesaplarını incelediğinizde herkesin önünde bir
klavye vardır. %90’ı müzik yapmasını bilir. Müziği bilen prodüksiyoncu yurt dışında o
koltuğa oturur ancak bizde öyle değil. Bizde kes-biç-yapıştır yapabilen kişiler prodüksiyon
elemanı olarak işe alınır. Ben her zaman her ortamda hem meslektaşlarıma hem de gençlere aynı şeyi öneriyorum. Ben sürekli bu yüzden kendilerini geliştirmelerini istiyorum. Yeni
kariyer imkanları için bu şart. Zoru Başarmamız için neyin zor neyin kolay olacağını bilecek kadar bir
dünyamız yoktu bizim.

Zor mu başardınız yoksa zoru mu başardınız?
-Zor başardım. Hem de çok zor başardım. Benim zamanında dolu dolu “radyoculuk”
diyebileceğimiz bir sektör yoktu. Sektör yeni oluştuğu ve emeklediği için bizden önce hata
yapanlar olmadığından ancak ve ancak kendi hatalarımızdan ders çıkararak yol alabiliryorduk.
Yayın esnasında yanılıp doğrusunu görüyorduk. İnternet ortamı da yoktu, kaynak yoktu.
Şimdi öyle mi?

İşine aşık bir adam görüyorum ben karşımda. Hiç bıktığınız, işinizi bırakma noktasına
geldiğiniz oldu mu?
-Bu stüdyoda gördüğünüz cihazların hiçbiri size ihanet etmez. Mesleğimizi zorlaştıran
ekipmanlar ya da yapılması gereken iş değil insanlar oluyor. Her seferinde egolar,
vizyonsuzluk ve bakış açılarının farklılığı beni “bıktım” noktasına getirdi.

Sezen Aksu, Athena, Emre Aydın gibi birçok sanatçının eserlerinde parmağınız var. Bu
alan mı daha keyifli yoksa radyo kısmı mı daha keyifli sizin için?
-Bu iki çocuğu olan anne babaya hangisini daha çok seviyorsunuz demekle eş değer bir soru
benim için. Bana mesleğim sorulduğu zaman öncelikle radyo prodüktörü olduğumu söylerim.
İkisinin de alkış alabiliyor olması elbette çok keyifli.

Kendi yaptığınız aranjeler içinde sizde anısı olan, benim için çok başka dediğiniz bir iş
var mı?
-2007 yılındakiTarkan’ın “Metamorfoz” albümünden sonra benden Uzay Heparı “Tribute”
albümü için Taksim Edisyon tarafından iki aranje yapmam istendi. Bir tanesi “Adem Olan
Anlar”, diğeri “Kınalı Bebek”di. Benim için çok önemli bir kariyer basamağı olan bu projenin
olduğu hafta halı saha maçında çapraz bağlarımı yırttım ve ayağım alçıya alındı. Stüdyo iki
katlıydı ben üst kata çıkamıyordum. Annem klavyemi ve laptopumu aşağı indirirdi. Salonda
bir ayağım alçıda, kulağımda kulaklık “Adem Olan Anlar”ı laptopta yapmıştım. Zorlandığım
bir haftaydı. Adem Olan Anlar’ın öyle bir anısı vardır bende.
Benim geçtiğim yollardan geçemezler çünkü o yollar ya kapalı ya da artık
yok. Ne mutlu…

Bu röportajı okuyan okurlarımızdan birisi sizin geçtiğiniz yollardan geçmek istiyor, bu
işi yapmak istiyor. Bu kişiye verebileceğiniz en önemli tavsiye ne olurdu?
-Benim geçtiğim yollardan geçemezler çünkü o yollar ya kapalı ya da artık yok. Ne mutlu…
Şimdi şartlar daha uygun, imkanlar daha fazla. Tek verebileceğim tavsiye değişmeyen tek
şeyin değişim olduğudur; sürekli kendilerini geliştirsinler. Gelişim, gelişim, gelişim! Başka
hiçbir şey demiyorum ve sürekli yurt dışına baksınlar. Kendilerine haz ve farklı olsunlar.

Mesleğimize gönül veren herkesi sevgiyle selamlıyorum.

Röportaj: Selin Bar | Müzik OnAir

Daha Fazla Göster
Başa dön tuşu