RöportajlarSanatçı Röportajı

Tuğrul Cerrahoğlu: Müzik ve Oyunculuğa Tutkuyla Bağlıyım

Müzisyen, şarkıcı, söz yazarı ve oyuncu Tuğrul Cerrahoğlu ile Müzikonair için bir araya geldik. Cerraoğlu, kariyer yaşamından gelecek projelerine kadar hakkında merak ettiklerimizi yanıtladı.

1. Merhaba Tuğrul bey, Müzikonair’a hoş geldiniz. Öncelikle Tuğrul Eylül Cerrahoğlu kimdir? Bize biraz kendinizden bahseder misiniz?

Hoşbuldum. “Hayatı yavaşlatmayı ilke edinmiş biriyim” diyerek başlayacağım ama yanlış anlaşılmasın diye bu ifademi biraz açmam gerekecek sanırım. Bedenen yorgunluğa ve harekete sonuna kadar varım, paylaşıma ve üretime tutkuluyum, yeter ki inisiyatif elimde olsun. Sistemin, “böyle olunmazsa olmaz” dediği, “genel uyum” dediği, “düzen” dediği, bedeni ve ruhu kendi belirlediği rutine çeken, insanların karakterlerindeki sivri noktaları törpüleyen o tüm dayatmalarını reddetmeye çalışan bir yapıya sahibim. Doğduğu günden itibaren her insana eşit
olarak sunulan hayatın güzelliklerinin farkında olarak, her anın tadını çıkartarak dolu dolu yaşanmasından yana olan bir insanım. Çok ileri yaşlarda bunun ancak farkına varabildiğini anlatan değerli dostlar tanıdım. Henüz 20’li yaşlarda bakış açısı olarak çoğunluktan farklı kulvarda olduğum için kendimi şanslı hissediyorum. Tavsiye ederim.

2. Haliç Üniversitesi Amerikan Kültürü ve Edebiyatı bölümünde okurken müzikle de ilgilendiğinizi biliyoruz. Peki, müzik hayatınız nasıl başladı ve müziğe olan ilginiz ne zamandan beri vardı?

Bu tarz sorulara verilen yanıt hep aynı cümlelerle başlar. Küçük yaşlarımdan beri kitaplarla, kâğıt-kalemle ve sanatla yadsınamaz bir bağım oldu. Müzik hayatım, ilkokul yıllarımda internet sayesinde öğrendiğim gitarla başladı diyebilirim. O zamanlar benim için yalnızca bir vakit öldürme aracıydı müzik; fakat giderek kopamadığım bir kaçış noktası oldu.

Ailemin kültür-sanat faaliyetleriyle geçen hayatının bana yansımasıydı elbette, genel anlamıyla sanat her zaman evimizin merkezindeydi. Henüz çalan müziğin “hangi tarz” olduğunu kavrayamadığım zamanlarda dahi, Blues’dan Jazz’a, Türk Sanat Müziği’nden Halk türkülerine kadar tüm ezgiler, hep kulaklarımdaydı. Bizimkiler sayesindedir, mekânların “en küçük müdavimi” oldum, onlarla birlikte birçok sanatçıyı “canlı olarak” yorulana kadar dinledim, akabinde, birleştirdikleri iki sandalye üzerinde uyudum. Ertesi sabah başucumda bulduğum Fazıl Say, Ümit Besen, Asım Can Gündüz, Rafet El Roman gibi ustaların ben uyurken adıma imzaladıkları fotoğraflarını, peçeteye yazılmış notlarını halen özenle saklamaktayım.

Ortaokuldayken görselliği beni büyüleyen erotik görünümlü “Ludwig Vistalite” davul setine ve istediğim kadar gürültü yapabileceğim bir ortama sahiptim ve davula ilk sert darbelerimi indirmeye başlamıştım. Hemen sonrasında bizimkiler, o güzelim davula zarar vermemi engellemek için olmalı, davulcu ve maden emekçisi Gökmen’i “refakatçim” olarak atadılar. Dolayısıyla müzik, üniversite eğitimimin çok öncelerinde hayatımda önemli bir yer tutmuştu. Üniversiteyi İstanbul’da okumayı tercih etmemin de temel sebebi buydu; kentin, müziğin ve müzikal üretimin merkezi olmasıydı diyebilirim.

3. Bir dönem oyunculukla da ilgilendiğinizi biliyoruz. Nasıl başladı oyunculuk ve bugüne kadar hangi projelerde rol aldınız? Oyunculuk devam ederken yine müzikle de ilgilenmeye devam ediyor muydunuz?

Oyunculuk açısından ilk deneyimim, 13-14 yaşlarımda bir çocuk filminin başrol karakterini canlandırmamdı. Aslında kısıtlı olanaklar içinde Denizli’de çekilen ve Laodikya Antik Kenti ekseninde, çocukların Anadolu Uygarlığı’na ve tarihi eserlerimize ilgi duymalarını hedefleyen “bağımsız” bir filmdi, mütevazı bir prodüksiyondu. Filmin başrollerini ben ve kuzenim canlandırdık. İlginçtir, dağıtım şirketleri aracılığıyla vizyona girmemesine rağmen bu film, ülke genelinde yaklaşık 300 bin çocuğa ulaştı.

İstanbul’a taşındıktan sonra 2-3 sene kadar “o zamanki Taksim’de”, İstiklal Caddesi’ndeki kimi mekânlarda davulculuk yaptım. İlk alkışlarımı bu caddede aldım, ilk paramı burada kazandım. Kameraya aşinalığım vardı, dizi sektörüne kenarından da olsa girebilecek ilişkileri kurmuştum. Tek bölümlük birkaç ufak rol sonrası benim için önem taşıyan ilk deneyimimi “Güneşi Beklerken” dizisinde canlandırdığım “Hakkı” rolüyle yaşadım. Daha sonrasında “Paramparça” ve “Maral” gibi dizilerin kadrosuna dâhil oldum. Oyunculuk elbette ki zevkliydi, ama müzik benim için sadece bir iş değil, bir nevi rahatlama aracıydı. Müziği hiçbir zaman bırakmadım.

4. Bu arada bestecilik yönünüzün de olduğunu biliyoruz. Bugüne kadar Serdar Ortaç ‘’Posta Güvercini’’, Kenan Doğulu ’‘ Vay Be’’ ve daha birçok sanatçı şarkılarınızı seslendirdi. Bu süreç nasıl başladı ve bestecilik devam ediyor mu? Ayrıca günümüzde çalıştığınız sanatçılar var mı? Biraz bahsedebilir misiniz?

Bestecilik süreci, söz ettiğim gibi hayatımın çok daha erken yıllarına kadar gidiyor; fakat şarkılarımı bu önemli isimlere ulaştırabilmemin yolunu menajerim Merih Ermakastar açtı. Kendisiyle arkadaşlığımızın, kader ve iş ortaklığımızın başlamasının öncesinde şarkılarım “sahipsizdi” diyebilirim. Merih’in tutkusu, profesyonel yaklaşımı ve bana olan güveni sayesinde hem bizi mutlu eden bir ortaklığımız, hem de bir dostluk ilişkimiz oldu.

Hayranlıkla takip ettiğim Kenan Doğulu, Ozan Doğulu, Serdar Ortaç, Duygu Soylu, Mahmut Orhan, Mustafa İpekçioğlu, Hakan ve Ayper Yelbiz, Serhan Yasdıman gibi gerçek ustalarla beraber üretme, müzik ve hayat üzerine sohbet etme şansını Merih sayesinde yakaladım. Bestecilik tabii ki devam ediyor ve hep devam edecek. Henüz kesinleşmediği için isim vermem doğru olmaz ama değerli birçok isimle müzikal anlamda flörtleşiyoruz diyebilirim.

5. Çok yönlü bir insansınız. Oyunculuk, müzik, bestecilik… Peki kendiniz ayrı bir şarkı çıkarmayı düşünüyor musunuz? Müzik eğitiminiz var mı ve daha önce mekanlarda sahne aldınız mı?

Eğitim olarak eskilerin tabiriyle “mektepli değil, alaylıyım”. Eğitimimi davul ve gitar çalarak, şarkı söyleyerek, sahneleri paylaştığım ustalardan ve seyircilerden gelen tepkilerle kendimi geliştirmeye çalışarak, müziğin ve hayatın pratiğinde aldım. Dediğim gibi, 20’li yaşlarım Beyoğlu’nda, mekânlarda sahne alarak geçti. Çok güzel anılar ve insanlar biriktirdim.

Şarkı yazarlığını hayalimdeki meslek olarak ilk benimsediğim lise yıllarında, herkesin şarkılarıma eşlik edip beni tanımıyor olmaları fikri, bu gizem çok hoşuma gitmişti, halen de gidiyor. Fakat kalemimden dökülen bazı şarkıları yalnız kendime yakıştırdığım için, “bu şarkıyı ben söylemeliyim” dediğim noktaya da geldim sanıyorum. Aslında bir değil, peş peşe birkaç albüme sığacak kadar çok sayıda, üstelik de nitelik olarak kulaklarda, dillerde ve gönüllerde yer edeceğine inandığım, benim için daha da önemlisi, hissederek yazdığım şarkılar biriktirdim yıllarca. Yakın zamanlarda bahsettiğiniz gibi bir maceraya da atılabilirim. Ama, “çok hızlı gidip, ruhum geride kalsın”ı da istemiyorum.

6. Müzik sektörünün tamamıyla dijital sektöre yayılmasının sizce artıları ve eksileri var mı? Bildiğiniz gibi özellikle pandemi dönemiyle birlikte dijital sektörün yaygınlaşmasıyla şarkılar çok çabuk tüketilir oldu. Bu konu hakkında neler söylemek istersiniz?

Yaşıtlarımla sohbetlerimizde, “bu da mı bize mi denk geldi?” deriz birçok konuda. Dijital çağdayız, iletişim çağındayız. Bu da bizlere denk geldi, evet, tüm artıları ve eksileriyle birlikte. Sanal dostluklara benziyor müzik üreticileri ve icracılarıyla dinleyiciler arasındaki ilişki. “Elle tutulur bir tarafı kalmadı” diyeceğim ama bu
mecaz yanlış anlaşılacak, içerik değil kastettiğim. Ortada plak gibi, kaset gibi, CD gibi somut, elle tutulur, kalıcı bir şey yok verilen. Dinliyorlar ve uçup gidiyor. Temel zorluk bu bana göre. Koşuşturmak ve hızlı yaşamak zorunda olan insanlar, müziği de aynı hızda tüketiyorlar.

Sorunuzun içerisinde yanıtı da var. Şarkıların çok çabuk tüketilir olması, bu amaçla yazılmalarından ve kolaylıkla yayımlanmalarından kaynaklanıyor. İyinin, güzelin ve başarılının tanımı değişti artık. “Tıklanma Sayısı” tek kıstas olarak addediliyor, çok tıklanan, iyi, güzel ve başarılı olarak kabul ediliyor. Görsel ve işitsel medya da artık eski önemleri kalmasa da- aynı politikayı uyguluyorlar. Fark etmişsinizdir, elli şarkılık playlist hazırlayıp, bunu on gün süreyle yayınlayan radyolar, müzik kanalları var.

Kalıcı olmayan ürünümüz nasıl olur da “eser” olarak kabul edilebilir, “kalıcı eser” bırakamıyorsak, bize nasıl “sanatçı” denilebilir? Bu soruların doğru yanıtlarıdır aradığım. Youtube 2005, Spotify ise 2006’da kurulduğu halde, 2013’den bu yana ülkemizde faaliyette. Müzik tarihi bir yana, 1929’da ortaya çıkan pop müzik tarihi açısından bile çok kısa bir dönem bu 15 yıl. Eksileriyle artılarıyla bizler de içinde olacağız, yaşayacağız ve bizi nerelere götüreceğini göreceğiz.

7. Kendinize belirlediğiniz mesleki bir hedef var mı? Müzik ve oyunculuğu bir arada yürütmeyi düşünüyor musunuz?

Elbette… Her ikisine de aynı tutkuyla bağlıyım ve müziği de oyunculuğu da insanlara ulaşmak için bir araç olarak görüyorum. Sözlerim, müziğim, sesim ve oyunculuğumla hissettiklerimi aktarabilirsem, beni dinlediklerinde, izlediklerinde duygularıma ortak olmalarını sağlayabilirsem ve tüm bunları yaparken estetik bir tat verebilmeyi de başarabilirsem mutlu olacağıma inanıyorum.

8. Son olarak Müzikonair okuyucularına ve sizi sevenlere neler söylemek istersiniz?

Beni önceden tanıyan ve sizin bu fırsatınız sayesinde şimdi tanıştığımız yeni dostlara söylemek istediğim: Hep “on air” olun, hep “yayında” olun. Desteklerinizi sizden yana “on air” olan kurumlara her zaman gösterin. Duygularınızı birbirinizle her zaman paylaşın, kendinizi hiç çekinmeden her zaman içtenlikle ifade edin. Bu, bizim çağımız, böylelikle ne kadar çok olduğumuzu göreceğiz ve bu hepimize güç verecek. Kendime de şunu söylemek istiyorum ki, bu cümle hedefimle ilgili: “Tuğrul, dilerim bir sonraki röportajında sana bu sohbetteki ilk soru sorulmaz”

 

 

Daha Fazla Göster

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu