Müzikonair Sanatkarlarımıza Selam Olsun | Müzikonair
Köşe Yazıları

Sanatkarlarımıza Selam Olsun

yazar-banner-yavuz-hakan-tok-yazi

Bir hanım sanatkârımızın basın danışmanı, “Ama biz ilk röportaj için filancaya söz verdik,” diyerek röportaj teklifimi geri çevirmişti. Sanatkârımızın o ilk röportajı çıkar çıkmaz hemen okudum tabii. Yeni albüm vesilesiyle yapılan röportaj boyunca hamileliğini ve anneliğini anlatmıştı. Ne güzeldi. Elbette insanlar albümünü değil, bunu merak ediyorlardı. Çark böyle dönüyordu çünkü. O sanatkârımız bir daha hayatı boyunca benden röportaj teklifi alamayacak. Umurunda mıdır peki? Hiç sanmam.

Kariyerinizi nasıl yönettiğiniz ya da yönetmek için kimlere teslim ettiğiniz çok önemli. Çünkü toplumun gözü önünde bir iş yapıyorsunuz ve her yaptığınız tarihe yazılıyor.

Bir başka hanım sanatkârımıza ne menajeri ne de basın danışmanı yoluyla ulaşabilmiştim. Çok yoğundu, öyle söylüyorlardı. Bunu söylediklerinin tam da ertesi günü sanatkârımız irili ufaklı bütün radyolara tek tek telefonla bağlanıp albüm promosyonu yaptı. Radyocularla ne konuştuğunu hatırlıyor musunuz şimdi? Mümkün değil. Ama o röportajı yapmış olsaydık, şimdi ve hatta on yıl sonra açıp internetten okuyabilirdiniz. Ya da çok hayranıysanız, dergiyi alır saklardınız arşivinizde. Söz uçar yazı kalır çünkü, bilirsiniz. Aynı sanatkârımıza yakın zamanda çıkan yeni albümü için röportaj yapmak istediğimde de ulaşamadım. Bu defa da ardı ardına yurt dışı konserleri vardı. Bir şarkıcıya ardı ardına bir dolu yurt dışı konseri ayarlamak bir menajerlik başarısıdır kabul ama konserlerin tarihinin albüm çıkışının hemen akabinde olması da kocaman bir menajerlik fiyaskosu, bir “PR” planlama başarısızlığıdır.

Bir hanım sanatkârımızla ilgili bir yazı yazmıştım. Dergide basılacağı için yüksek çözünürlüklü fotoğrafları lazımdı. Basın danışmanını aradım haliyle. Bir gün geçti, iki gün geçti fotoğraflar gelmiyor bir türlü. Aradım. Ne deseler beğenirsiniz? “Sanatkârımız hangi fotoğrafların gönderileceğini bizzat kendisi seçiyor, o yüzden gönderemiyoruz!” Tabii ben söz konusu hanımı Twitter’da “mention”layarak ikaz edince geliverdi üç gün beklediğim fotoğraflar. “Fotoğrafları bile kendiniz seçiyorsanız niçin bir basın danışmanı ile çalışıyorsunuz?” diye sormadım artık yine de kibarlık bende kalsın diye.

Bir diğer hanım sanatkârımızın basın danışmanı röportaj teklifime, sanatkârımızın talebiyle şartlar getirmişti. Fotoğraf çektirmezdi, röportajı yayımlanmadan önce okurdu. Bu şartlarda yaptık röportajı. Sahiden de önceden okudu, hatta ufak bir düzeltme de yaptı. Ki aslına bakarsanız röportaj yapana “önceden okuyacağım” demek, okuyup bir de orasını burasını değiştirmek fevkalade ayıp. Hadi onu da sineye çektik. Neticesinde sanatkârlarımız da yıllar yılı çok çekmişler kimi gazetecilerimizden. Söylemedikleri sözler yazılmış, söyledikleri sözler çarpıtılmış, abuk manşetler çıkılmış filan. Ama sonra ne oldu biliyor musunuz? Daha bizim dergi çıkmadan, bir gazetede aynı sanatkârımızın bir başka röportajı yayımlandı. Hem röportaj için çekilen fotoğraf, hem de röportajda söyledikleri baştan ayağa fauldü. “E ne oldu sizin hassasiyetinize?” diye sormadım tabii, zira o röportaj nedeniyle bayağı eleştiri aldı zaten günlerce.

Yurt dışından bir yıldızla röportaj ya da bir konser organizasyonu yapmayı planlıyorsanız, ekibine “mail” yazarsınız. Sizden detayları isterler. Verirsiniz. Olumlu ya da olumsuz mutlaka geri dönüş yaparlar. Çünkü profesyonellik böyle bir şeydir. Bizde ise telefonlara çıkmamak, cevapsız aramalara geri dönmemek, “mail”leri görmezden gelmek, mesajları kale almamak filan normal karşılanır, ayıp sayılmaz. Basın danışmanları genellikle promosyon dönemi için bir planlama yapmaz, Allah ne verdiyse usulü çalışırlar. “Biz neyi ön plana çıkarmak, neyin altını çizmek istiyoruz, bu amacımızı kiminle röportaj yaparsak, hangi gazetede, dergide haber olursak gerçekleştiririz?” filan gibi toplantılar yapıldığını hiç sanmıyorum. Yapılsa bu kargaşa yaşanmazdı.

Bazı basın danışmanları hakikaten arı gibi çalışır, sanatkârlarına mesela beş gazetede birden röportaj ayarlarlar. Sonra bir bakarsınız aynı gün beş gazetede birden aynı cümleler, aynı fotoğraflar. Çünkü bir planlama yapılmamış, röportaj yapılan kişiye ya da gazeteye göre bir yol haritası çizilmemiştir. Röportaj yapan biraz tilkiyse karşısındakine başka şeyler de söyletebilir belki. Peki bundan kim kârlı çıkar? Sanatkâr değil elbette.

Yakın zamanda röportaj yaptığım kıdemli bir hanım sanatkârımız “Bunları daha önce de çok anlattım, aynı cümleleri kurmamak için düşünerek konuşuyorum,” dedi bana sohbetimizin bir yerinde. Akıl, zekâ, mesleki disiplin, terbiye, duyarlılık, göstermelik değil, samimi hassasiyet… ne arasanız vardı bu cümlenin içinde. Aldım, cebime koydum.

Çok sık röportaj yapan bir müzik yazarı değilim. Ayrıca gazeteci de değilim; o işin adabını az çok bilir ama adapsızlığını bilmem. Kimseyi röportaj için tehdit etmişliğim, kimse için araya adam ya da madam sokmuşluğum yoktur. Ama şu azıcık tecrübem bile bana bu işin, maatteessüf memleketimizdeki pek çok iş gibi, ne denli yalapşap, ne denli lalettayin, bodoslama, hesapsız, kitapsız, plansız, programsız, akılsız, fikirsiz yapıldığını göstermiş olabilir. İstedim ki bu yazıyı okuyanlar da görsün. Bu yazının öznesi röportaj meselesi değil anlayacağınız. Bu yazıda bahsi geçen geçmeyen tüm sanatkârlarımıza selam ederim.

YAVUZ HAKAN TOK, MUZİK ON AİR, HAZİRAN 2016, İSTANBUL

Daha Fazla Göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu